15 Ocak 2010 Cuma

DİYALİZ NEDİR

Diyaliz Nedir, Periton DiyalizDiyaliz, kanda birikime uğramış maddelerin yarı geçirgen bir membran aracılığıyla yüksek konsantrasyondan düşük konsantras­yona geçmesidir.Başlıca iki tür diyaliz uygulaması vardır; Peritoneal diyaliz,Suni böbrek makinasının kullanıldığı ekstrakorpereal diyaliz (he­modiyaliz).Peritoneal Diyalizi HastalığıPeritoneal diyaliz tekniği oldukça basit ve pratiktir. Hasta özel bir üniteye alınır, Hastaya ve ailesine işlem hakkında bilgi verilir, Hastanın mesanesi boşaltılır,Hasta sırt üstü pozisyonda yatırılır ve başı biraz kaldırılır, Hastanın karnı temizlenir, kıllar traş edilir ve cilt antiseptik solüs­yon ile silinir ve daha sonra lokal anestezi uygulanır, Göbeğin 3-4 cm. altından, orta hat üzerinden, deri-deri altı insiz-yonu yapılıp stileli kanül periton boşluğuna sokulur. Peritonu geçtik­ten sonra stile kanül içinden çıkarılır ve douglas boşluğuna yerleşti­rilir, İlk kontrol drenajından sonra 37°C ısıtılmış diyaliz solüsyonu 5-10 dakika gibi kısa sürede hızla periton boşluğuna verilir ve sıvı setinin klempi kapatılır,Karın boşluğuna verilen sıvı ortalama 20-30 dakika bekletilir,Sonra şişe yatak düzeyinin altına indirilir, klemp açılır ve verilen sıvı geri alınır (içeri verilen sıvının tümüyle geri alınması önemlidir), Her değişim 2 litre diyaliz solüsyonu ile yapılır,Diyaliz süresi ortalama 48 saattir, kesinlikle 72 saati geçirilmemektedir.Diyaliz bitince kanül çıkarılır,Diyaliz takibinde dikkat edilmesi gereken durumlar ve olası komplikasyonlar;Periton boşluğuna verilen sıvı geri alınamayabilir. Bu durumun ne­denleri;Kanül yerinin uygun olmaması,Sisteme hava kaçması,Periton içi yapışıklıklar,Pıhtı olmasıdır. Yeterli drenajı sağlamak için;Kanülün yeri değiştirilir (kateter hafifçe geri çekilir, fakat kesinlik­le tekrar içeri itilmemelidir - enfeksiyonu önlemek için),Kanülün serum fizyolojik irigasyonu yapılır ve pıhtı varsa diyaliz solüsyonuna heparin katılabilir,Hastada sıvı eksikliğinden dolayı yeterli drenaj olmadığı düşün cesi ile ikinci değişim sürdürülebilir. Ancak yine yeterli drenaj sağla­namıyorsa hipertonik solüsyon verilir, Karın ağrısı;Kanülün pozisyonu nedeniyle olabilir, analjezikler verilir, geçmediği durumda diyaliz sıvısı içine 5-10 mi. % 2'lik procaine yada benzeri lokal anestezikler eklenir.Peritonit; Peritonitin ilk belirtisi diyaliz sıvısında lökosit sayısının artması verenginin bulanmasıdır. Bu durumda kültür için örnek alınıp laboratuvara gönderilir. İntraperitoneal ve gerekirse sistemik olarak antibiyotik verilir,KanamaDiyaliz sıvısı kanlı geliyorsa, diyaliz süratli ve bekletilmeden uy­gulanır.Alınan sıvı hala kanlı ise hematokrit kontrolü yapılır ve diyaliz sı­vısının hematokriti % 3'ten yukarı ise, arteriyel kanama olabilir ve hastaya cerrahi girişim uygulanabilir.Elektrolit DengesizliğiHipopotasemi; böbrek yetmezliği nedeniyle hastada potasyum dü zeyi yüksek olduğundan diyaliz sıvısında potasyum bulunmaz. An­cak birkaç değişimden sonra kandaki yüksek olan potasyum diyaliz sıvısına geçer. O nedenle olası bir hipopotasemiyi önlemek için 12 sıvı değişiminden sonra diyaliz solüsyonuna ortalama her litreye 3-4 mEq potasyum ilavesi yapılır.Hipernatremi; Özellikle değişim süresinin kısa tutulduğu ve hiperto-nik solüsyonların kullanıldığı durumlarda ortaya çıkabilir. Hipotansiyon; Diyaliz sırasında ekstrasellüler ortamdan fazla sıvı çekilmesine bağlı olarak gelişen hipovolemi kan basıncının düşme­sine neden olabilir (özellikle hipertonik solüsyonlar kullanıldığında), Kan basıncı sık sık izlenir ve gerekirse intravenöz sıvı verilir, Pulmoner Ödem; Çoğunlukla drenaj yetersizliği olduğunda akciğer ödemi gelişebilir.Akciğer ödeminin ön belirtileri yakından izlenmelidir. Solunum güçlüğü; periton boşluğuna verilen sıvının diyafragmaya baskı yapması nedeniyle olabilir. Hastaya semifovvler pozisyonu verilir ve diyaliz her değişimde 1 litre diyaliz sıvı kullanılarak sürdü­rülür.Hiperglisemi: Hipertonik diyaliz solüsyonlarının kullanıldığı durum­larda sık görülür. Özellikle diyabetik hastalarda kan şekeri düzeyleri izlenmeli, gerekirse paranteral insülin verilmelidir.Ev DiyaliziSürekli Gezici Periton Diyalizi (Continuous ambulatory peritoneal dialysis-CAPD-Kepdi)Sürekli gezici periton diyalizi, periton boşluğuna yerleştirilen kalıcı bir kateter (Tenkckhoff) aracılığı ile özel setler ve plastik torbalar içindeki iki litrelik diyaliz solüsyonları ile her gün dört değişim yapı­lacak şekilde uygulanır. Diyaliz sıvısı kalıcı kateterden verildikten sonra sistem kapatılır, hasta plastik torbaya özel bir kuşak aracılığı ile beline sarar ve drene edileceği zamana kadar orada bırakır. Bu yöntem diyaliz süresince hastanın serbest kalmasını sağlar. 4-6 sa­at sonra sistem açılarak diyaliz sıvısının plastik torbaya drene edilir. Diyalize en uzun ara gece verilir. Bu diyaliz tekniği ile günde 24 sa­at ve haftada 7 gün sürekli diyaliz uygulanır. Hastanede kısa bir eğitimden sonra hastalara evlerinde kendi başlarına diyalizi sürdürebilir. Aseptik ve antiseptik koşullara dikkat edilmesi, sürekli gezici periton diyaliz uygulaması için en önemli husustur.

BEYİN HASTALIKLARI

Beyin Hastalıkları SebepleriBeyin, Sinir ve Damar HastalıklarıKoma, çırpınma ve kasılma nöbetleri, ih­tilaç krizleri, eğer önceden sağlıklı olan bi­rinde ortaya çıkarsa, beyinde bir rahatsızlı­ğın belirtisi sayılır.Bu belirtilere pek çok hastalıkta veya ciddi örselenmelerde rastlanabilir. Bazı ilaçlar ve uyuşturucular da aynı durumu yaratır. Yan­lışlıkla yüksek dozda ilaç almak veya bilerek içmek de tehlikeli durum yaratır.Kanamalar ve had beyin hastalıklarıBeyin Hastalıkları TedavisiKafatası içinde bir damarın çatlaması so­nucu meydana gelen kanamalar, beyni sıkış­tıran bir kan toplanmasına yol açabilir.Bir beyin damarının çatlaması veya tıkan­ması da, beyinde bir arıza yaratır. Bunu, vü­cudun bir yarısına felç inmesi veya dil tutulması gibi araz izler.Beyin enfeksiyonları da (apse, menenjit, kafaiçi yangısı) çoğunlukla bu üç belirtiden biriyle, anide başlar.Bazı tümörler de, ne kadar iyi huylu olur­larsa olsunlar, bu belirtileri yaratabilir.ilaçlar ve oksijen yetmezliğiBazı ilaçların beyin üzerinde dolaylı veya dolaysız, ayrıcalıklı etkileri vardır. Doğru dozlarda kullanıldığında, tedavi edici sonuç verirler. Ancak aşın dozlar herkeste bir be­yin arızasına sebep olabilirUyuşturucular ve alkolizm de insanı komaya sokup, kasılma ve ihtilaç nöbetlerine sü­rükleyebilir.Beynin sinir hücresi, oksijen eksikliğine karşı çok duyarlıdır. Her türlü solunum ve kan dolaşımı bozuklukları, süratle hastalık arazı geliştirir.Kanda şeker azalmasıSinir hücresi, beslenmesinde önemli rol oynayan şekerin eksikliğine karşı da çok du­yarlıdır. Bu yönden hiçbir rezervi de yoktur. Bu yüzden kan dolaşımı yoluyla sağlanan gli­koza tamamen bağımlı olacaktır. Normal ola­rak glikoz oranı, pankreasın bir hormonu olan insülin tarafından korunur. Bazı koşul­larda oranın düzenlenmesi kötüleşir (mide, karaciğer ve pankreas hastalıkları).Diyabette, insülin salgılaması yetersizdir. Tedavi, insülini enjeksiyonla hastaya verme­yi amaçlar. Gündelik ihtiyacı böyle sağlanır. İnsülin dozu çok yüksekse veya İnsülin dozajlamasına göre şeker alımı çok zayıfsa, kan­daki şeker oranı düşer. Buna tıpta hipoglise­mi denir. Bu durum, beyinde çok çabuk bir arıza yaratabilir. Bütün şeker hastaları bunu bilir ve ilk fenalaştıkları sırada ağızlarına ata­bilmek için yanlarında hap şeker bulundurur­lar (terleme, genel sıkıntı, baş dönmesi ve acıkma hissi). Ancak bunun tekrarı beyin arı­zasına doğru gelişir.Koma hali başlarsa, acele doktor çağır­makta yarar vardır. Doktor, damara glikozlu serum enjekte edecektir. Vakit kaybedilmemişse, komaya giren komadan çıkacak, ih­tilaç veya kasılma halindeki hasta da, sakinleşecektir.Had alkolizmde de ciddi kanda şeker ek­sikliği komplikasyonları görülebilir. Sadece bu nedenle sızacak kadar çok içmiş bir sar­hoşu doktora emanet etmeden bu halde bı­rakmak, hiç doğru değildir.Soğuk ve ısıBütün bilgisayarlar gibi, beyin de soğuğa (donma) ve ısıya (sıcak çarpması, güneş geç­mesi, ateş yükselmesi) karşı çok duyarlıdır.Çocuklar —özellikle de iki yaşından kü­çük olanlar— yüksek ateşe karşı çok duyarlı olurlar. Bir çocuğun ateşinin 40°C'nin üstü­ne çıkmasına asla müsaade etmemek gerekir (yan sayfaya bakın). Sayıklamalar, kendin­den geçme ve çırpınma nöbetleri ortaya çıkar ve bunu ciddi beyin arızaları izleyebilir.

ROMATİZMA NEDİR

Romatizma Nedir, Romatizmal Hastalıklar Hakkında BilgilerBasit olarak bir eklemdeki iltihabı anlatmak için kullanılan "arterit" sözcüğü, eski Yunancada eklem anlamına gelen arthron ve iltihap anlamına gelen itiş sözcüklerinin birleşmesinden oluşur. Arteritin en be­lirgin özelliklerinden biri, etkiye maruz kalmış ekle­mi astarlayan albüminli zarın ya da synovium'un iltihaplanmasıdır. Buradan da anlaşılabileceği gibi, has­talığı tam olarak ifade etmese de, arterit yerine "al­büminli zar iltihabı" da ikinci bir adlandırma olarak kullanılabilir. Öte yandan "romatizma", kaslardaki ve eklemlerdeki çeşitli acı ve ağrıları anlatmak için ge­nellikle kullanılan karmaşık bir terimdir ve farklı ki­şiler için farklı anlamlar taşır. Bazıları için romatiz­ma bir arterit türüyken, bazıları için tanımı çok daha zor bir şeydir. Doktorlar bile kesin bir tanım üzerin­de anlaşabilmiş değillerdir! Kaslar, tendonlar ve vü­cut bağları gibi yumuşak dokulardaki ağrı ve tutul­ma (katılaşma) anlamına gelen "yumuşak doku romatizması" ifadesi, romatolojistlere (romatizmal hastalıklarla uğraşan uzmanlar) daha kabul edilebi­lir bir tanımlama gibi görünmeye başlamıştır.Eklemlerin yapısı, Eklem RomatizmasıArteritleri kavramak ve önlemlerini anlamak, ek­lemlerin temel yapılarını bilmeniz durumunda daha kolay olacaktır. Bir eklem, her şeyden önce iki kemiğin karşı karşıya geldiği yerdir. Çok çeşitli türleri var­sa da, eklemler iki temel kategoriye ayrılabilirler: Bi­rinci kategoriye giren eklemler fazla hareketli değil­dir ve oyukları yoktur; ikinci kategoriye girenler ise rahatça hareket ederler ve her eklemin bir oyuğu vardır.Birinci tür eklem synarthrosis diye bilinir ve lifli doku ile mafsal kıkırdağından ya da bunların ikisinin bileşiminden oluşur. Bu tür eklemlerin örnekleri ka­fada ve belkemiğinde bulunabilir. İkinci tür eklem ar­teritlerden çok sık etkilendiği için, burada bu eklem türünün yapısını anlamak ve nasıl çalıştığını çok fazla ayrıntıya girmeden de olsa incelemek önemlidir. Bu eklem türü —albüminli eklem yada diarthrosis— vü­cutta en yaygın olan eklemdir ve omuzda, dirsekte, bilekte, parmakta, kalçada, dizde ayak bileğinde ve ayak parmağında bulunabilir. Bazıları ikiden fazla ke­mikten oluşsa da, temel yapıları değişmez. Kemik­lerin uç kısımları kıkırdak ya da mafsal kıkırdağıyla kaplanmıştır. "Mafsal kıkırdağı" çok sayıdaki sürtün­menin etkilerini bertaraf eden düz, parlak bir yüzeye sahiptir. Bu kıkırdak bir ölçüde esnek ve içinde sinir olmadığı için, "duyarsız"dır. Eklemlerin sürekli ha­reket halinde olmalarının yol açabileceği etkilenme­ler bu yüzden acı duymadan atlatılır. Biri dışbükey (dışa kıvrık), öbürü içbükey (içe kıvrık) olan bu iki yü­zeyin karşılıklı teması, eklemin çalışmasında temel bir işlev görür. Bu uygun biçimli "karşılaşma"daki herhangi bir bozulma mafsal kıkırdağının tahribata uğramasına yol açar ve vücudun böyle bir durumu gi­dermek için yapabileceği çok şey yoktur.Eklemi uygun bir çalışma düzeni içinde tutmaya yarayan ve eklem duvarlarına tutunmuş çok sağlam yapılı lifli kapsüller, temas halindeki kemikleri sıkı­ca birbirine bağlar. Vücut bağları, tendonlar ve kas­lar da hareketlerine yol göstererek ya da bu hareket­leri sınırlayarak eklemlere ek destek sağlar. Kapsü­lün hastalığa karşı güçlü bir direnme yeteneği vardır ama, hastalığı bir kez kaptıktan sonra zor iyileşir. Kapsülün iç kısmını astarlayan ince, parlak bir tabaka var­dır ki, mafsal kıkırdağı dışında, eklemin içindeki bü­tün yüzeyleri kaplar. "Albüminli zar" denilen bu ta­baka, az miktarda temiz, saman renginde ve yapış­kan bir sıvı üretir. Bu albüminli sıvı'nın çok önemli iki işlevinden biri, harekete geçtiklerinde eklem yü­zeylerini "yağlamak", öbürü ise, özellikle mafsal kı­kırdağı olmak üzere eklemin iç kısmını beslemektir. Kapsülün tersine, albüminli zar bol miktarda ka­na ve kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Mafsal kıkırdağında ise ne kan damarı ne de sinir var­dır. Sinirler, albüminli zarda ve kapsülde bulunur. Gö­revleri, öncelikle acıyı duyurmak, sonra da sabit ek­lemlerde duruş pozisyonunu, hareketli olanlarda da hareketlilik derecesini saptayarak beyne ek bilgi ilet­mektir. Beyninizin, eklemlerinizin ne yaptığının far­kında olduğunu, gözleriniz kapalıyken bile sınayabi­lirsiniz.

BEL FITIĞI TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Bel Fıtığı Tedavisi ve Bel Fıtığı Tedavi YöntemleriTedavinin amacı ağrıyı azaltmak, ağrının yerleşmesini ve tekrarlamasını engellemek ve aktif yaşama ve işe dönü­şü sağlamaktır. Ağrılı atak döneminde ve kronik dönemde farklı tedaviler uygulanır.Ağrılı atak dönemindeki tedaviyi açıklar mısınız?Ağrılı atak döneminde bacakta ağrı ve karıncalanma, güçsüzlük, idrar ve dışkılama sorunları varsa acilen heki­me başvurulmalıdır. Sadece bel ağrısı varsa hastaya aşağı­daki uygulamalar önerilir:Birkaç gün uygun pozisyonda yatak istirahatı,Basit ağrı kesici ilaçların kullanımı,Yüzeysel sıcak/soğuk uygulamaları (ağrılı atak döne­minin ilk üç gününde soğuk, sonra sıcak uygulama).Bu uygulamalara rağmen bel ağrısı azalmıyor ve baca­ğa yayılıyorsa hekime başvurmak gerekir.istirahatın nasıl olması gerektiği konusunda biraz ay­rıntı verebilir misiniz?Eski yıllarda bel ağrılı bel fıtıklı hastalara haftalarca yatak istirahatı önerilirdi. Günümüzde istirahatın zararlı etkileri anlaşıldığından bel ağrılı hastaya sadece birkaç gün süreyle yatak istirahatı öneriliyor. Ancak ağrı bacağa ve/veya ayağa yayılıyorsa, karıncalanma, uyuşma gibi bel fıtığına uyan yakınmalar olduğunda uygun pozisyonda is­tirahat süresi doktorun önerisiyle 2-3 haftaya kadar uzatı­labilir.Yatma sırasında belin ve dizlerin altına yastıkla destek sağlanarak uygun pozisyon verilir. Uzun süreli istirahat, kaslar, kemikleri zayıflatarak kondisyonu bozduğu için önerilmez. Kondisyon bozulduğunda iyileşme geciktiğin­den mümkün olduğunca istirahattan kaçınılmalı ve nor­mal yaşama erken dönmeye çalışılmalıdır.Bel sorunu olan kişilerin yattığı yatak nasıl olmalı? Bel ağrılı hastalara sıklıkla sert yerde yatmaları önerilir, oysa çok sert yatak yakınmaları daha da artırır. Hastaya sert yerde yatması önerildiğinde genelde evinde halı üzerine bir battaniye koyarak yatar. Ertesi gün yakınmaları daha da artar. Oysa yatak ne çok sert ne de çok yumuşak olma­lıdır. Yatağın omurganın kavislerini desteklemesi önemlidir. En basitiyle ideal yatak, tahta ve sunta üzerine konulmuş yaklaşık 10 cm kalınlığında pamuk ya da yün yataktır.Ortopedik yatak, bel sağlığı için uygun yatak mı de­mektir?Ortopedik yatak sözcüğü çok sık kullanılmaktadır. Ke­lime olarak ortopedik kelimesi vücuda uygunluğu gösterir. Yatağın uygunluğu kişinin vücut yapısına göre değişir.Yüzükoyun yatış pozisyonu önerilmezYatakta uygun yatış pozisyonu nasıl olmalıdır?Ağrılı dönemde sırtüstü yatarken belin ve dizlerin altı­na konan küçük bir yastık bacağın gerginliğini azaltarak beli rahatlatır. Yan yatılan pozisyonda bacakların arasına küçük bir yastık konulabilir.Yüzükoyun yatma önerilmez. Ayrıca bu pozisyon bo­yun için de zararlıdır.Yüzükoyun yatma sırasında hastaya karnının altına küçük bir destek koymasını öneriyoruz.Yastıkla ilgili bir kriter var mı?Yastığın da boyun kavisini destekleyecek yükseklikte olması boyun sağlığı için önemlidir. Hiç yastıksız yatmak ya da yüksek yastıklar boynu zorlayarak zarar verebilir.Tedavide kullandığınız ilaçlarla ilgili de biraz bilgi verir misiniz?Bel fıtığı tedavisinde kullanılan ilaçlar, ağrı kesici, ilti­hap giderici ve kas gerginliğini çözücü ilaçlardır. Genellik­le bu ilaçlar bir arada kullanılır. İlk önerilen basit ağrı ke­sici dediğimiz parasetamoldür. Bunun dışındaki tüm diğer ilaçlar doktor önerisiyle alınmalıdır.Antienflamatuar diye adlandırılan ve iltihabı azaltan ilaçlar ilaç sektöründe en çok tüketilen ilaç grupları ara­sındadır. Çok farklı kimyasal yapıları olan bu ilaçların et­kinlikleri arasında farklılık yoktur. Bu ilaçların ağrı ve di­ğer yakınmaları azaltarak tedavi etme etkileri yanında mi­de, bağırsak, kalp, karaciğer, böbrek ve kemik iliği üzerin­de yan etkileri vardır. Mide ülserli bir hastaya bu ilaçlar verildiğinde mide delinmesine kadar varabilen kötü sonuç­lar oluşabilir. Kas gevşetici ilaçların ise dikkat ve konsan­trasyon üzerinde yan etkileri görüldüğünden araba kulla­nanlar ve dikkat gerektiren işlerde çalışanlar bu konuda uyarılmalıdır.Ağrı uzun sürdüğünde depresyon gibi psikolojik so­runlar gelişmişse psikiyatri doktorunun değerlendirme­siyle gerekli tedavi önerilir. Bel fıtığına bağlı sinire baskı sonucu oluşan ağrı, uyuşma ve karıncalanma gibi yakın­malar bu ilaçlara cevap vermeyebilir. Günümüzde hasta­yı çok rahatsız eden bu yakınmaları azaltmak için yeni çıkan ilaçlar kullanılmaktadır.İlacın doğru kullanılması için bir uyarınız var mı?Ağrıyı azaltma etkisi yanında ciddi yan etkisi de ola­bilen antienflamatuar ilaçlar doktorun önerisiyle etkin dozda ve hastaya göre değişmekle beraber 2-3 hafta sü­reyle kullanılmalıdır.Rasgele, sadece ağrı olduğunda ilaç kullanımı doğru değildir. Bunun için hastaya ilacı ne şekilde kullanacağı hekim tarafından açıklanmalıdır.

BEL FITIĞI NEDİR

Bel Fıtığı Nedir, Bel FıtıkBel fıtığına gelirsek... Bel fıtığı bel hastalıkları arasında sanki en çok görüleni. Bu yanlış bir gözlem de olabilir. Ama pek çok insan, "Benim bel fıtığım var" diyor. Sahi­den arttı mı, yoksa biz mi böyle biliyoruz? Bel fıtığı, bel ağrısının oluşmasında önemli rol oynar. Bel ağrılı hastaların yüzde kaçında ağrının bel fıtığına bağlı olduğunu söylemek ağrı kaynağını belirlemedeki güçlük nedeniyle mümkün değildir. Fakat günümüzde si­zin de gözlemlediğiniz gibi bel fıtığı tanısı konan hasta sa­yısı arttı.Bel fıtığı tanısı sıklığındaki artış sebeplerini şöyle açık­layabiliriz: MR istenmesi sıklığında artış ve bel fıtığıyla il­gili terminolojinin bilimsel olarak tartışmalı olması nede­niyle MR bulgularının yanlış yorumlanabilmesi. Örneğin bazen dizde çok hafif bir bombeleşme görülmesi bile bel fıtığı olarak değerlendirilebiliyor. Mekanik ağrıların diğer nedenleriyle karşılaştırıldığında, bel fıtığında ağrı ve diğer yakınmalar hastayı daha fazla rahatsız eder. Bunun için de hasta doktor? daha fazla başvurup çare arar.Bel fıtığının yaygınlaşmasının başka nedenleri var mı?Günlük yaşamda ve özellikle iş yaşamında bel fıtığı için risklerin fazlalaşması, endüstrileşmeyle birlikte ağır fiziksel aktivite gerektiren işlerin artması bel fıtığını yaygınlaştır­maktadır. Ayrıca toplumda bel fıtığı konusunda bilinçlen­menin artmasıyla birlikte kişi belinin farkına daha çok va­rıyor ve daha erken doktora başvuruyor.Bel fıtğı tanımlar mısınız?Bel fıtığı, omurlar arasındaki diskin ortasında bulunan çekirdeğin yer değiştirmesidir. Omurganın yapısını tekrar hatırlatırsak, omurlar arasında bele binen yükü karşıla­yan, hareketin oluşmasına yardım eden disk dediğimiz yastıkçıklar vardır. Yastıkçıkların ortasında jele benzer ya­pıda çekirdek ve çekirdeğin çevresinde koruyucu çember şeklinde güçlü bir yapı bulunur. Disk omurgada bir çeşit amortisör görevi görür. Bel fıtığı, diskin çekirdeğinin çev­resindeki yapı içine doğru yer değiştirmesidir.Bel Boyun Fıtık 3 farklı şekilde ortaya çıkar:1. Bulging (bombeleşme): Diskin ortasındaki çekirdek, etrafındaki koruyucu yapıdaki yarıklara ve çatlak­lıklara doğru sızar ve disk bombeleşir. Bu durum bel fıtığı başlangıcı olarak değerlendirilir.2. Protrüzyon: Bir sonraki aşamada diskin çevresinde­ki bu taşma fıtıklasın Fıtıklaşma sinire bası yapabi­lir.3. Ekstrüzyon: Diskin çevresindeki çember yırtılır ve diskteki jelatinimsi madde yayılır. Disk yırtılması olarak da adlandırılan bu durum en ciddi olanıdır.Yaşlanmanın bel fıtığı oluşmasına etkisi var mıdır? Yaşlanmayla birlikte yıpranma bel fıtığı oluşumuna yatkınlık oluşturur. Diskin yapısının büyük kısmını su oluşturur. Çocuklukta su oranı yüzde 90'ken yaşlanmayla birlikte bu oran düşer. Orta yaşlardan sonra su içeriğinin azalmasına bağlı olarak diskin esnekliği ve üzerine düşen yükleri emme yeteneği azalır. Diskin dış kısmındaki yapı­da çatlaklar oluşur. Bu çatlaklar diskin ortasındaki çekir­değin dışarıya doğru sızmasını kolaylaştırır.Belde Fıtık, belin tam olarak hangi bölgesinde oluşur?Omurganın arka ve yan bölümündeki bağların zayıflığı nedeniyle bel fıtığı sıklıkla bu bölgede oluşur. Burada ba­cağa giden sinirlerin kökü bulunur. Fıtık bu köke bastırır­sa bacağa yayılan ağrı, uyuşma, karıncalanma gibi yakın­malara yol açar. Bel fıtığı en çok, 4. ile 5. bel omuru ve 5. bel omuru ile 1. kuyruksokumu omuru arasında görülür.Fıtık omurgada en çok belde görülüyor, bu neden kay­naklanıyor?Bel, biyomekanik özelliği nedeniyle zorlanmaya en yat­kın bölgelerimizden biridir. Bu durum belde fıtığın oluşu­munu kolaylaştırır.Alt bel bölgesi, vücudumuzun yükünü taşır. Bu bölgede kaldıraç kolları özelliği nedeniyle yüklenme fazladır. Kal­dıracın merkezi kalça eklemindedir. Kaldıracın uzun ön kolu, kısa arka kolu vardır. Onun için yerden bir ağırlık kaldırırken, vücudumuzdan ne kadar uzak tutarsak bele o kadar fazla yük biner, zorlanma olur. Buna belin kavisinin tersine döndürülmesini eklersek, diskin arkaya doğru yer değiştirmesi daha da kolaylaşacağından bel fıtığı riski da­ha da artar.Akşama doğru boy kısalabilirDiskin yapısındaki sıvının yer değişimi başka bir etki gösterir mi?Diskin içindeki sıvı pompa mekanizmasıyla yer değişti­rebilir. Bu yer değiştirmeyle diskteki atık maddeler uzak­laştırılır ve hücre beslenmesi için gerekli maddelerin alımı sağlanır. Yatay pozisyonda diskler daha fazla sıvı tutar, di­key pozisyonda ise sıvı içeriği azalır. Bu nedenle akşama doğru boyumuz da 1-2 santimetreye kadar kısalabilir.

SAĞLIKLI BEL VE BELİN YAPISI

Sağlıklı Bel ve Belin YapısıHocam eskiden bel ağrısından bu ka­dar sık bahsedilmezdi. Son zamanlarda bel ağrısından ve bel fıtığından çok bahsedilmesinin nedenlerini açıklar mı­sınız?Günümüzde bel ağrısından ve bel fıtığından çok bahsediliyor. Bel ağrısı sıklığı ve önemi­nin artmasının bazı nedenleri var, bunları şöyle açıklaya­biliriz:Toplumda bel ağrısı sıklığı sosyokültürel durumla ya­kından ilişkilidir. Kişilerin eğitim düzeyi arttıkça bel ve bel ağrısı daha iyi biliniyor. Böylece sorunun dile getirilme ve çözüm arama sıklığı da artıyor. Bel ağrısı "medeniyet hastalığı" ya da "çağımızın hastalığı" olarak kabul ediliyor. Çünkü gelişmemiş toplumlarda bel ağrısı çekmek doğal bir durum olarak kabul edili­yor ve doktora başvurulmuyor.Hem endüstride hem de ofiste çalışanlarda bel ağrısı için riskler arttı. Çalışanlarda işe bağlı bel ağrısı kişiyi fiziksel ve psikolojik olarak etkileme yanında iş ve­rimliliğini ve performansını da azaltarak işi de olumsuz etkiliyor. Bunun için endüstrileşmiş ülkelerde bel ağrısına çok önem veriliyor. Tıptaki ilerlemeler nedeniyle bel ağrısında özellikle de bel fıtığında tanı olanakları arttı, örneğin MR'm yay­gın olarak kullanılması nedeniyle bel fıtığı tanısı çok sık konuluyor.Bel ağrısının görülme sıklığı nedir?Bel ağrısı hemen hemen herkesi yaşamı boyunca en az bir kez etkileyen bir sorundur. Öyle ki ileri yaşlardaki kişi, "Hiç bel ağrısı çekmedim" diyorsa, "Hatırlamasında bir so­runu vardır" diye kabul edilmektedir. Bel ağrısı bir hastalık değil, çeşitli nedenlerle oluşabilen hastalıkların belirtisidir.Basit ve birkaç günde iyileşebilen kas zorlanmasında bel ağrısı olabildiği gibi, kanser gibi çok daha ciddi bir hasta­lıkta da hastaya çok ıstırap veren bel ağrısı görülebilir.O halde önce sağlıklı belin tanımını yapar mısınız?Sağlıklı bel, ağrısız ve görevlerini sorunsuz yerine geti­ren bel demektir. Bir başka deyimle, günlük yaşamda ve iş yaşamında ağrısız ve hareketli olarak yaşamak demektir. Sağlıklı belin boyun, sırt ve bel bölgesindeki kavisleri ko­ruması ve kemik, kas, eklem ve bağlar gibi yapıların güç­lü, dayanıklı ve hareketli olması gereklidir.Belin yapıBelimizin yapısından bahsederken boynumuz, sırtımız ve belimiz bir bütün olarak çalıştığından omurgamızdan söz etmemiz daha doğru olur. Omurga, omur denen kemikler­den, disklerden, kaslardan, bağlardan ve sinirlerden oluşur. Omurgada 3 bölge ve 4 kavis vardır. 7 omurdan oluşan boyun bölgesinde arkaya doğru kavis, 12 omurdan oluşan sırt bölgesinde öne doğru kavis ve 5 omurdan oluşan bel bölge^ sinde ise arkaya doğru kavis bulunur. İnsan vücudunda top­lam 24 omur vardır. Bel bölgesi altında omurların birleşme­siyle oluşmuş kuyruksokumu bölgesi yer alır. Bu kavislerin birbiriyle uyum içinde olması, normal işlevlerin sürdürül­mesinde ve omurgadaki yapılar üzerinde yüklenmenin azal­tılmasında önemli rol oynar.Omurganın Yapısı, Bel SağlığıDiskler: Omurların arasında disk olarak adlandırılan ve yastıkçık gibi görev yapan yapılar bulunur. Jel kı­vamındaki diskler, içinde sıvı bulunan bir çekirdekten ve bunun etrafında anulus olarak adlandırılan halka şeklinde oldukça güçlü bir kısımdan oluşur. Diskler omurga üzerine düşen yükleri emer ve dağıtır. Böylece hareketin oluşmasına yardım eder.Eklemler: Her omur, arka kısımlarında bulunan, kü­çük, faset eklemler olarak adlandırılan eklemler aracı­lığıyla bir diğeriyle temas halindedir.Bağlar: Tüm omurga boyunca önde ve arkada, kafa-tasımızın tabanından kuyruksokumuna kadar uza­nan, omur ve diskleri birbirine bağlayan bağlar, öne ve arkaya hareketlerin kontrolünde yardımcıdır. Özellikle arkadaki bağlar çok kuvvetlidir.Kaslar: Sırt ve bel bölgemizdeki kaslar, vücudumuzda­ki en güçlü kaslar arasındadır. Tüm omurga boyunca kemiklere sıkıca yapışırlar. Sırt kaslarımızın ve bel alt bölgesine binen yükün yaklaşık yüzde 30'unu karşıla­yan karın kaslarımızın, belin korunmasında, duruşunsağlanmasında ve hareketlerin yapılmasında önemli rolü vardır.Sinirler: Omurga kanalı içerisinde bulunan ve yaşam­sal bir organ olan omurilikten çıkan sinirler sırt, bel ve bacaklarımızdaki kasları çalıştırır. Cildin, bağların ve eklemlerin duyusunu sağlar.Sakroiliyak eklemler: Belin alt kısmı ile leğen kemiği arasında bulunan sakroiliyak eklemler, bel bölgesin­deki ağırlığın bacaklara aktarılmasında rol oynar.Omurganın yapısını oluşturan tüm bu elemanlar, bir bütün olarak çalışır ve birinde oluşan hasar diğer­lerini de etkiler. Örneğin boyun ağrısı olanlarda bel ağrısı görülme sıklığı boyun ağrısı olmayanlara oran­la daha fazladır.Belin görevleri nelerdir?Herhangi bir şeyin temelini anlatmak istediğimizde bel kemiği sözcüğünü kullanırız. Vücudumuzun hareketliliği­ni sağlayan iskelet sistemimizin temeli omurgadır. Omur­gamız, vücudumuzda çok önemli işler görür. Omurga tüm vücuda destek oluşturur. Ayakta dik durmayı, dengeyi, tüm yönlerde hareket etmeyi sağlar. Aynı zamanda hayati bir önemi olan omuriliği korur. Ayrıca bel bölgesi tüm gövdenin ağırlığını taşır. Tüm bu fonksiyonları yerine ge­tirmek için omurgayı oluşturan kemikler, kaslar, diskler, sinirler ve eklemler gibi farklı yapıların sağlam olması ve birlikte uyum içinde çalışması gereklidir.Bel ağrısı kişinin yaşamını nasıl etkiler?Bel ağrısı tüm hastalıklarla ilgili doktora başvuruların soğuk algınlığından sonraki en sık nedenidir. 45 yaş altında, yani kişilerin en aktif ve verimli oldukları dönemde hareket ve fonksiyonların kısıtlanmasının ve sakatlığın en sık nedeni de yine bel ağrısıdır.Bel ağrısı çeken kişinin yaşamı birçok yönden olumsuz etkilenebilir. Ağrı, kişinin hissettiği hoş olmayan bir duy­gudur. Kişiyi mutsuz eder, uzun sürdüğünde hareket ve fonksiyonları kısıtlar. Aile, sosyal yaşam, iş yaşamı olum­suz etkilenebilir. Ağrı ve hareket kısıtlılığı yerleştiğinde ise "bel sakatlığı" gelişebilir.Bel sakatlığı ne demektir?Bel sakatlığı sık kullanılan bir sözcüktür. Bel ağrısı ne­deniyle fonksiyonların kısıtlanması anlamına gelir. Ağrı üç aydan uzun sürdüğünde "yerleşik ağrı"ya dönüşür ve "kronik ağrı" olarak tanımlanır. Beraberinde depresyon, anksiyete (sıkıntı) gibi psikolojik sorunlar gelişebilir. Eşler birbirlerine ve çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getiremeyebilir, ailede fonksiyon .bozukluğu oluşabilir. İş yaşamında verimliliği azaltır. Hastalığa bağlı erken emekli­liğe neden olabilir. Tüm bunların sonucunda sadece kişi ve yakınları değil, tüm ülke ekonomisi olumsuz etkilenebilir.Ekonomiye olumsuz etkisini biraz daha açar mısınız?Gelişmiş ülkelerde bel ağrısının ekonomiye etkileri üzerin­de çok durulmaktadır. Bel ağrısı, maliyeti en yüksek hastalık­lar arasındadır. Bel ağrısına bağlı tanı ve tedavi harcamaları yanında verimlilik azalması, işgünü kaybı ve sigorta tazmi­nat ödemeleri de maliyeti yükseltir. ABD'de bel ağrısının yıl­lık maliyetinin 100 milyar dolar olduğu bildirilmektedir.Bel ağrılı hasta hekime hangi yakınmalarla başvurur?Başlıca yakınmalar bel veya bacakta ağrı, bacakta uyuş­ma, karıncalanma, güçsüzlük ve hareketlerde kısıtlanmadır.Yaşlanma dışındaki kişisel riskler kontrol edilebilir

BEL AĞRISININ NEENLERİ

Bel Ağrısı, Sırt Ağrısının Nedenleri, Siyatik Ağrıları NedenleriBel ağrısına neden olan faktörler nelerdir? Bun­lar çoktur, ancak aşağıda anlatılanlar en yaygın olan­larıdır.Yorgunluk ve şişmanlık: Özellikle yüksek topuk­lu ayakkabılarla uzun süre ayakta durmak, bel ve sırt yorgunluğuna neden olabilir. Şişmanlık bu ağrıları da­ha da artırır; 18 kilo veya daha fazlasını taşımak her tür bel ağrısına neden olabilir. Oysa birçok insanın 5 kilogramdan 23 kilograma kadar vücudunda fazla­dan yağ taşıdığı görülür. Doktora, "21'inci yaş günü­mü kutlarken sadece 57 kiloydum, şimdi 89 kiloyum, her çocuk doğurduğumda 5 kg. alıyorum" diyen in­sanın omurgası, aslında 21'inci yaş gününü kutlar­ken sahip olduğu omurganın tamamen aynıdır. Ama şimdi etrafını gereksiz ve fazladan bir ağırlık sarmış­latır. Destek aynı, ama desteklenen dokular hatırı sa­yılır ölçüde artmıştır.Ayrıca, sağlığı yerinde olmayan kişiler, sağlıklı ve kuvvetli kişilere oranla daha çabuk yorulurlar. Ane­mi (kansızlık),diğer ağrılar, üzüntü, depresyon, kro­nik enfeksiyonlar, varisli damarlar ve hatta basur ke­yif bozucu ve genel sağlığımızı azaltıcı faktörler olup, vücudun yorgun düşmesine ve bel ağrılarının başla­masına neden olabilirler. Yorgunluktan bitkin kadın veya erkeğin, ağrıya ve acıya karşı koymaya daha az gücü vardır ve çabucak dayanıklılığını kaybeder. Üzüntü ve mutsuzluk yükü altındaki insanların da problemi aynıdır. Bu faktörlerin sonuncusu için aşa­ğıya bakın.Depresyon: Keder acıyı ve ağrıyı artırabilir ama depresyon kendiliğinden kronik bel ağrısı ile ilişkili­dir ve sebebi bile olabilir. Depresyon keyif bozucu­dur. Aşırı yorgunluğa neden olur, onu artırır ve hatta ağrı kesici ilaçların etkisini bile azaltır. Hepimiz sık sık ufak ağrı ve acılar çekeriz. Küçük nahoş duygu­lar, çıkış noktasında zaten yok edilir ve hissedilmez, özellikle akıl meşgul ve rahatsa. Ama depresyon du­rumunda, üzüntü, endişe, hoşnutsuzluk ve mutsuz­luk gibi duygular ortaya çıkar ve kuvvet kazanır. Ya­ni ufak tefek tatsızlıklar ağrılara dönüşür.Bu durum özellikle bel ağrıları için doğrudur. Bir psikiyatri kliniğine tedavi için devam eden depresyon-lu hastalar üzerine yapılan bir Amerikan araştırma­sında, hastaların yaklaşık yarısı, başlangıçta roma­tizmadan şikâyet etmişlerdir. Bu şikâyetler aslında geçirdikleri depresyondan ileri geliyor, hatta onun bir parçasıydı ve çoğu da bel ağrısı türündendi. Her kro­nik şikâyette, ağrı veya sancı, her tür faktörlerin bir karışımıdır. Ağrının ne anlama gelebileceği, ne kadar süreceği, ne kadar süre sizi işinizden alıkoyacağı v.s. hakkındaki gerçek korku, halsizlik, uykusuzluk, üzün­tü, korku ve bel ağrıları istisna teşkil etmezler. As­lında bel ağrıları, hayatta çok sık rastlanan ve içeriği çok değişik şeyler ihtiva eden karışık ağrılara güzel bir örnek teşkil ederler.Omurgadaki eklem, bağ ve kemik üzerine meyda­na gelen yaralar ve zorlamalar: Bunlar birkaç saat­te ve günde geçen ağrılara neden olurlar, ancak ba­zen bu ağrılar uzun sürebilir. "Spinal osteoarthritis" (omurgadaki dejeneratif değişiklikler) denen hasta­lık, günlük hayatın getirdiği ufak zedelenmelerden ve yaşlılık nedeniyle artış gösterir. Disk kaymaları, kı­rıklar ve çıkıklar gibi birçok zedelenmeler, bu artışa önemli ölçüde yardımcı olurlar. Büyük zedelenmeler büyük olasılıkla kronik ve uzun süreli bel ağrılarına neden olurlar, ama her zaman değil, bazen önemsen­meyen ufak zedelenmeler her şeyin başlangıcı kabul edilmelidir.Hastalıklar: Bel ağrılarının başka birçok nedeni vardır. Günümüzde, eskiye göre bunların daha az olu­şu sevindirici bir durumdur. Örneğin "tüberküloz" (ve­rem) ve diğer belkemiği enfeksiyonları. "Spondilit ankilozu" gibi bazı arterit (eklem iltihabı)ler, omur­ga, boyun ve bazen de kalçanın acıyarak sertleşme­sine neden olurlar. Bu bozukluk genellikle hasta ço­ğu kez erkek, 18-20 yaşlarındayken başlar. Ancak bu, bel ağrısının çok yaygın nedenlerinden biri değildir. Paget hastalığı, genellikle omurga, kafatası ve bacak kemiklerinin bazı yerlerde kalınlaştığı, bazı yerlerde inceldiği bir başka bozukluktur. Etkilenmiş kemiğin röntgeninde, bozuk düzenin karakteristik değişiklik­leri görülür. Paget hastalığı genellikle ağrıya neden olmaz ve tedavi edilmeden kendi halinde bırakılabilir. Ancak bazı vakalarda, kemikteki ufak ezik ve çat­laklar yüzünden sancı nöbetleri olabilir. "Osteoporoz" yani omurgadaki kemik dokularının in­celmesi, daha ziyade menopozdan sonra kadınlarda ve yaşlılarda görülür. Bazı insanlarda hiç ağrı yapmaz, bazılarında ise haftalarca sürebilecek korkunç ağrı­lara neden olur. Nedeni omurgadaki ezik ve kırık ke­miklerdir. Bu hastalıkta kemikler basık bir çiviyi an­dırır. Tedavi edilince ağrı yok olur.Uzun süreli hareketsizlik: Uzun süreli hareketsiz­lik özellikle eğer omurga daha önce zedelenmişse ve özellikle omurga uzun süre doğal olmayan veya zor­lanmış bir pozisyonda tutulmuşsa bel ağrılarına ne­den olabilir. Bu duruma örnekler şunlardır: Anormal ve kasılmış bir pozisyonda uzun süreli araba yolcu­lukları, yine uzun süre sere serpe uygun olmayan san­dalyelerde oturmalar (bel ağrılarından çok çekmiş İn­giliz şairi Alexander Pope bu durumu, "Çok rahat bir sandalyenin işkence aletinde gerilmiş" sözleriyle an­latır. Sürekli gergin veya hantal pozisyonlar (televiz­yon seyircilerinin ve briç oynayanların bel ağrıları).Birkaç yıl önce, sıcak ve nemli bir günde, Avust­ralya'nın Brislane kentinde, bel ağrıları üzerine bir konferans vermeye hazırlanırken, bütün slaytları ye­re düşürdüm. Bir gün sonraki konferans için çömelip onları toplamam, ayırmam ve uygun sıraya koy­mam iki saatimi aldı, ama hemen sonra başlayan bel ağrım 10 gün sürdü. Ertesi günü dinleyicilerin güç bela hareket edebilen bir adamın nasıl cesaret edip de kendilerine bel ağrıları üzerine konferans verdiği­ni merak etmiş olmaları gerekir. Başka bir vesileyle, bir hafta sonu tatili için yanında kaldığım erkek kar­deşim, pazar sabahı keyfimce yatakta yatıp dinlen­memi ve pazar gazetelerini okumamı söyledi. "Deği­şiklik olsun diye kalkma, yat. İyi gelir" dedi. Yatakta 2 saat beş yastığa dayanarak gazeteleri hantal han­tal karıştırmam sonucu meydana gelen bel ağrısı, be­ni öbür haftanın sonuna dek yatakta bıraktı. Bel ke­miğini anormal ve eğik bir durumda tutan yumuşak ve çökük bir yatak, daha önce var olan bir ağrının şid­detlenmesine veya yeni bir ağrının başlamasına bel­ki neden olabilecek en sık rastlanan sebeplerden bi­ridir. Birkaç kez tatil için evden uzakken, böyle çö­kük otel yatağından kalkıp yerde uyuduğum olmuş­tur. Hiç olmazsa yer sağlam ve düzdü, son derece de rahat.

OMURGA KEMİK ERİMESİ SKOLYOZ LORDOZ

Siyatik Nedir, Siyatik Tedavisi, Siyatik AğrılarıSiyatik sık sık, belden veya kalçadan aşağıya, ba­cağa doğru inen her tür ağrı ve sızılar için kullanılan bir terimdir. Eskiden, kalça sinirinin iltihaplanmasından ileri geldiği kabul edilirdi. Oysa günümüzde, bu sinirin geçtiği yollarda, üstüne yapılan herhangi bir baskı veya çoğu kez disk kayması gibi bir tahrik, bu hastalığın en muhtemel ve yaygın nedeni kabul edilir. Kalça siniri vücudun en büyük sinindir. Kol ve ba­cakların büyük bölümüne hizmet eder. Bu bakımdan gerçek siyasik, tıpta en tatsız ağrılardan biri olma ni­teliğindedir. Ancak çoğu kez siyatik dediğimiz ağrı, yukarda belirtilen sinire baskı yapmadan, bel omur­larından aşağıya bacaklara inen bir ağrıdır. Birçok ne­denleri arasında, bel disklerinin hasara uğraması, bel omurlarının bozulması en tanınmışlarıdır.Habis hastalık: Omurga kanseri esas itibariyle belkemiğinde doğmasına rağmen, kan yoluyla baş­ka bir yerden taşınıp getirilmiş de olabilir. Disk kay­ması ve daha önce belirtilen durumlara oranla daha seyrek rastlanır. Ancak göğüs veya ciğer gibi vücu­dun başka bir yerinde bulunan kanserin omurgaya si­rayet etmesi sonucu ani bir bel ağrısı ortaya çıkabi­lir. Böyle durumlarda bile, bu ağrının gerçek nedeni, çok daha yaygın olan osteoartrit, disk hastalığı gibi daha önce belirtilen hastalıklardan biri olabilir. Bir öğ­rencinin ödül kazanmış kompozisyonunda gerçekten yazdığı gibi "En yaygın hastalıklar en sık görünen­lerdir."Omurga Kemik Eğrilmesi, Omurga Hastalıkları, Omurga Ağrıları(Skolyoz, kifoz, lordoz) Omurga DüzleşmesiSkolyoz nedir, Skolyoz tedavisi Skolyoz Hastalığı, Omurganın yanlanmasına eğrilmesidir. Öyle ki, arkadan bakıldığında, omurga dikmiş gibi gö­rünür ancak aslında yan tarafa eğrilmiştir. Çok az in­sanın tamamen dik bir omurgası vardır. Yanlaması­na bir eğrilme az şey ifade eder ve hiçbir rahatsızlı­ğa da neden olmaz. Yakın geçmişimizde, II. Dünya Savaşı'ndan önce omurga tüberkülozu ve çocuk fel­ci (poliyomiyelit) ara sıra omurga eğrilmesine neden olmuşlardır, ancak günümüzde modern ülkelerde bu hastalıklara artık ender rastlanır. Omurganın aşırı "S" yani yanlamasına eğrilmeleri bile rahatsızlık ve ağrı vermeyebilir. Hatta bazı insanlar doğuştan önemli öl­çüde skolyozlu olmalarına rağmen, anormal gözük­se bile, bu durum onların başına çok az dert olur. "Si­yatik skolyoz"u denen hastalıkta, siyatikten hasıl olan ağrıyı dindirmek için vücudun kendiliğinden (spontane) yaptığı gayretle, omurga yanlamasına eğrilir, hasta da haberi olmadan eğri durumda yürür. Kifoz nedir, Kifoz tedavisiKamburlukla omurganın arkaya doğrul eğ­rilmesi kastedilir. Yandan bakıldığında, normal omur­ganın, göğüs arkasında bulunan beşinci, altıncı ve yedinci sırt omurları civarında, doğal olarak ileriye doğru eğrilmiş olduğu görülür. İnsanlar yaşlandıkça, boyun daha fazla ileriye doğru eğrilme eğilimi gös­terir. İnsan, omuzda kamburlaşır. Bu durum, omurların ve disklerin doğal yaşlanma sürecinin bir sonu­cudur. Bu yüzdendir ki, hiç de yaşlı sayılmayacak in­sanlar, başkalarına göre çok daha fazla kamburlaşırlar.Lordoz nedir, Lordoz Düzleşmesi, Lordoz TedavisiTersine bir eğrilmedir. Omurga ileriye doğru eğrilir, öyle ki mide ileriye çıkar, baş geride ka­lır. Hamile kadınlar, lordozla, rahimdeki çocuğun se­bep olduğu fazla ağırlığı dengelemeye çalışırken omurgalarını eğerler. William Shakespeare bu durum için "hamileliğin gururu" derdi. Lordoz ve kifozun, bir ölçüye kadar ortaya çıkması doğaldır. Ancak skolyoz, hafif olmadıkça doğal sa­yılmaz. Bununla beraber hiç skolyozu olmayan pek az insan vardır. Bu biçimsizlikler pek ender bel ağrı­larına neden olurlar. Omurgadaki bozukluklar, bu bi­çimsizliklerin nedeni olmalarına rağmen, ağrıların ne­deni de bizzat kendileri olabilir.Şunu önemle belirteyim ki, bel ağrılarına neden olan, temas etmediğim bir sürü az rastlanan başka nedenlerde vardır. Bunlardan bir kısmı için özel ilaç­lar veya cerrahi tedaviler vardır. Örneğin, osteoid os-teoma denen ve kanserojen olmayan ufak bir kemik tümörü, ameliyatla alınmadan önce, omurgada büyük ağrılara neden olabilir. Ancak bu durum, çok ender bir vakadır ve 40 yaşından büyük insanlarda pek gö­rülmez. Buna benzer olarak, ileri Batı ülkelerinde en­der görülmesine rağmen, omurga tüberkülozuna, dünyanın gelişmemiş ülkelerinde hâlâ sık sık rastlanır.

BEL VE SIRT AĞILARI NASIL TEDAVİ EDİLİR

Bel Ağrıları, Sırt Ağrıları Nasıl Engellenir, Bel ve Sırt Ağrıları TedavisiUzun süre sabit biçimde ayakta duruşlar, özellik­le sırtımız hafifçe önce eğikse, bir sürü bel; ağrıları­na ve onların şiddetlenmesine neden olur. Ütüleme, bulaşık yıkama, yemek pişirme, resim masasının üze­rine eğilme ve portre boyama gibi eylemler bu pozis­yonlara güzel örneklerdir. Altın kadar önemli olan ku­ral, elden geldiğince bu vaziyette az kalmaktır. Sık sık pozisyon değiştirip, ara sıra oturmak ve gezinmek ge­rek. Omurga devingenliği ve hareketin, yukarda be­lirtilen görev ve işlere, sık sık ara vermesine neden olması gerekir. Uykudan uyanan köpek veya kedi, yat­tığı yerden kalkmadan önce gerilir ve sırtını uzatır!Bel ağrılarını şiddetlendiren başka yaygın sebep­ler de vardır. Bunlardan biri, sırtımız eğik vaziyette ağır yükler kaldırmaktır. Örneğin, yüklü bavulları kal­dırırken, insan en iyisi dizinin üzerine çömelmeli. Bu durumda omurga dik kalır, hareket omurga yerine, kalçalarda ve dizlerde olur. Ağrılara neden olan şey­lerden bir başkası da, yatakları yaparken, alçak çek­meceleri, dolapları vs. temizlerken uzun süre belimiz eğik durmamızdır. Kamburlaşıp bu hareketleri yap­mak yerine, bunların mümkünse, diz üzerine çökerek veya oturmuş vaziyette yapılması tavsiye edilir. Ani burkulma, fırlatma ve çekme hareketleri de bel ağrı­larına neden olur veya onları şiddetlendirebilir. Her insan böyle bir olayla karşılaştığında, ağrılardan kurtulmak için kendine özgü teknik geliştirir.Uyuma şekliniz de önemlidir. Mümkün olduğu ka­dar rahat olmalıdır. Aşırı derecede dik yatarak ceza çekmeye gerek yok. Işık ve ses de göz önünde bulun­durulacak diğer unsurlardır. Bunlar uykuya yeni dal­mış çoğu bel ağrılı hastaları uyandırır. Böyle durum­larda, odaları ışıktan korumak için perdeler, gecele­ri uçakla seyahat eden yolcuların gözlerine taktığı si­perler işe yarayabilir. Uygun kulak tıkaçları,sese kar­şı hassas hastaların bütün gece boyunca sükûnetle uyumalarına yardımcı olur.Bel ve sırt ağrısı tedavisiBel ağrılarının tedavisi için aşağıda belirtilen şu altı önlemi almak gerek:1—Hareketsizlik, dinlenme, ağrı kesici ilaçlar, müsekkinler.2—Fizik tedavisi, hafif hareketler, kasları çalıştır­ma, sıcaklık, boyuna ve arka tarafa konan destekler, çekme.3—Daha etkin fizik tedavi ve daha etkin jimnas­tik, çalıştırma (elleri ve kolları.)4—Endişe ve depresyonun tedavisi, (genel kuv­vetli ölçüler.)5—Omurgaya ve ağrıyan noktalara enjeksiyon, akupunktur.6—Ameliyat.Bel, Boyun ve Sırt Ağrısı için Fizik tedavi Mutlaka yatakta dinlenmesi gereken hastalar için bile, kan dolaşımını sağlamak ve bacak damarların­daki pıhtılaşmayı (tromboz) önlemek için, işin başın­dan başlayarak basit bacak ve ayak hareketleri yapıl­ması gerekir. Ancak çok ağır akut belirtiler (semptom) diner dinmez, çok daha fazla aktif kas hareketleri tek­rar başlatılmalıdır. Ancak çok yüksek derecede ya­pılan hareketler, birdenbire ağrıları şiddetlendirebilir ve kas spazmı meydana getirebilir.Hastanın aile efradı ve arkadaşları tarafından tat­bik edilen evdeki fizik tedavi, aslında omurganın ve bacakların hafif, atıl hareketleridir. Bir müddet son­ra daha aktif hareketler öngörülür. Bilahare hastanın kendisi kaslarını oynatır ve beliyle bacaklarını hafif­çe hareket ettirir. Normale dönüş programı aşamalı olmalı ve hastanın, bu tür artan kas hareketlerine ve­receği cevaba göre ayarlanmalıdır. Çünkü birdenbi­re yapılan çok kuvvetli hareketler belirtilen (semptom­ların) tekrarlanmasına neden olur. Sıcaklık bir bakı­ma hastaların çoğuna iyi gelir, ama ağır vakalar için yatak istirahatlerinin başlangıç aşamasında hastanın banyoya gitmesi, olanaksızdır. Fizik tedavi çok daha karmaşıktır. Tedavinin temeli hep aynı şeylere daya­nır: İstirahat, hareket ve sıcaklık. Masaj ise artık es­kisi gibi revaçta değil. Şimdi hastaya, hareketleri ve eski durumuna dönmesi için gerekli şeyleri bizzat kendisinin yapması ve başkasına bağımlı olmaması tavsiye ediliyor.Bel ve Sırt Ağrılarında SıcaklıkBazı sıcaklık dereceleri, romatizmanın birçok çe­şitlerinin ağrılarını artırır. Oysa sıcak banyo ve duş, ağrıyan bölgeye tatbik edilen sıcak suyla doldurul­muş şişeler veya elektrikli yastıklar, hatta sıcak yünlü sargılar, keskin bel ağrılarının çoğunluğuna iyi gelir. Sıcak buharlı yastıklar bel ve sırta konarak, çoğu kez faydalı olurlar. Çeşitli ovmalar, kremler, merhemler veya sıvı ilaçların kullanılması, vücudun reaksiyonu üzerinde gösterecekleri etkiye bağlıdır. Çünkü bu maddelerin tatbiki, kırmızılığa ve kan dolaşımının art­masına neden olacağından, o bölgede sıcaklık ken­diliğinden artar. Ancak çok dikkatli olmalısınız! Çok kuvveli yapıldıklarında, sıcaklığa neden olan bu usul­ler, şiddetli tahrişlere, o bölgede yakıcı ağrılara, hatta kabartmalara bile neden olabilir. Sık sık uygulanan sıcak sulu şişelerin sebep olduğu, belin alt kısmın­daki mor benekler, insana bazen hastanın kronik bel ağrısı çektiğini kuvvetle tahmin ettirebilir.Kuşaklar ve kemerlerHastalardan bir kısmı yardımcı nitelik taşıyan des­teklere ihtiyaç duyarlar. Hafif bel ağrıları durumun­da, bele sarılan veya bağlanan kuşak ve kemerlerden, boyuna takılan kemerlerden büyük çapta faydalanır­lar. Soğuğa karşı duyarlı olan bazı hastalar karın ve sırta sarılan, sıcak yünlü sargılardan aynı oranda ya­rarlanırlar. Aslında insanlardan çoğu kuşak ve kemer­den rahatsız olurlar ve böyle destekleri kullanmamayı tercih ederler. Sıcak ülkelerde, kemer taşımak sıca­ğı daha da artırdığından bu tür destekler tercih edil­mez. Mümkünse, kuşak ve kemerlerden kaçınmak daha iyidir. Aslında kasların gücünü, bir desteğin için­de dinlendirmekten ziyade, onları hafif egzersizlerle çalıştırarak artırmak daha doğru olur. Ancak hasta­ya uyuyorsa ve uygun yapılmışsa, kuşakların ve ke­merlerin birçok hastaya da yararlı olduğu inkâr edilemez.Burada, belkemiğine yardımcı olan başka bir des­tekten de söz etmek gerekir: Alçıdan yapılmış kalıp­lar. Vücut, bunların içinde tamamen hareketsiz bir durumda kalır. Bu durum, omurgayı tamamen dinlen­dirir. Bazen hastanın belkemiğini tam biristirahatte tutmak için izlenecek yegâne yoldur. Alçı kalıpları bi­raz ağır ve sıcak olup rahat değildirler.EnjeksiyonOmurga yapıları, kas veya yumuşak dokuların has­sas ve ağrıyan noktalarına enjeksiyon (iğne) yapılması çoğu kez çok yararlı olabilir. Bazen ağrının kaynak­landığı, dokununca ağrıyan kritik bir bölge varsa; bu bölgeye lokal anestezik, hidrokortizonlu veya başka bir uygun kortikosteroidli enjeksiyonun yapılması iş­leri büyük ölçüde kolaylaştırır. Başka tedavi metot­larıyla iyileşmeyen sürekli bel ağrıları için, genellikle anestezi ve romatizma uzmanları tarafından vurulmak kaydıyla, epi-veya extra-dural nitelikteki enjeksiyon­lar, doğrudan doğruya omurganın derinliğine göre ya­pılabilir. Bunlar çoğu kez yararlı olur. Bazı enzimlerin, doğrudan doğruya kaymış diskin kendisine enjekte edildiği de söylenebilir.AkupunkturAkupunktur, sırt ve bel ağrılarını, vücudun çeşit­li belli kısımlarına iğneler sokarak yapılan, Uzakdo­ğu kökenli eski bir tedavi yöntemidir. Sırt ve bel ağrılarını dindirebilir, ama sürekli değil, genellikle bir süre için. Çoğu kez, fizik tedavisinin diğer yolları gi­bi, ağrıları birkaç saat, bir iki gün süreyle geçirebilir.

DİTABET HASTALARINDA BAĞIŞIKLIK

Diyabetlilerde BağışıklıkGenel inanışın aksine diabetik çocuklar, düzenli olarak aşılanmalıdır. Aşıların önemini gösterecek daha başka kanıt, gereksizdir. Enfeksiyon hastalıklarının diabetlilerde daha sık görüldüğü, bütün araştırmacıların ortak görüşüdür. Ayrıca viral hastalıkların hemen hiçbirinin spesifik tedavisi yoktur ve bu hastalıklar, diabetli çocuk açısından gerçek birer tehlike oluşturur. Son olarak da diabetin varlığı, bazı bulaşıcı hastalıkların tedavisinde zorluk yaratabilir.Aşılanan diabetlilerde yapılan çalışmalar, bu kimselerdeki immünkompetansın normal kimselerdekinden farksız olduğunu göstermiş ve edinsel aktif bağışıklığın elde edilmesi bakımından önemli, sistematik bir başarısızlıkla karşılaşılmamıştır.Günümüzde bütün diabet uzmanları, hastalığın gereken şekilde kontrol altında bulunması ve genel sağlık durumunun iyi, günlük glikozürinin minimal düzeyde, diürezin normal olması ve ketonürinin bulunmaması koşuluyla; diabetli çocuklarda aşılanmanın yapılması gerektiği görüşünü paylaşmaktadır.Fransa'da PUECH ve HAZARD64 ile İngiltere'de VVATKINS9, influenza epidemileri sırasında hipoglisemik komplikasyonlara sık rastlandığına dikkati çekmişler ve bu tür komplikasyonların önüne geçilebilmesi için bütün diabetiklerin, sonbahardan daha geçe kalmamak üzere influenzaya karşı aşılanması gerektiğini bildirmişlerdir.Pnömatik enfeksiyonları kontrol altında tutulan diabetlilerde sağlıklı kimselerdekinden daha sık görülmemektedir.WHITEHOUSE10 pnömokok enfeksiyonların diabetlilerde ender görüldüğünü bildirirken VVINTERBAUM11, diabetlilerde pnömokok enfeksiyonlarına, normal popülasyondakinden iki buçuk kât daha fazla rastlandığını ileri sürmektedir.Pnömokok enfeksiyonlarının keto-asidozu olsun/olmasın bütün diabetlilerdeki ölüm tehlikesini artırdığı, açıkça bilinmektedir. Bu tehlike AUSTRIAN1 tarafından % 17, MUFSON5 tarafından % 42 olarak bildirilmiştir. Bu iki yayında pnömokok enfeksiyonu gelişen toplam 33 hastadan on birinin öldüğü bildirilmiştir.AUSTRIAN1, MUFSON5, FRIEDMAN3 ve BEAN2 tarafından yapılan çalışmalar, aşılanmanın tamamen zararsız olduğunu ve kontrollerdekıne yakın serokonversiyon sağladığını göstermektedir.

BÖBREK HASTALARI VE BAĞIŞIKLIK

Böbrek hastalıkları ve BağışıklıkAşıların gittikçe tam bir şekilde saflaştırılması ve tifoid-paratifoid aşısından vazgeçilmesi nedeniyle bağışıklama sonrası nefropati tıp yayınlarında artık hiç gözükmemektedir.Proteinürisi olan bir çocukta hiç aşı yapılmaması şeklindeki kural, aşı-sonrası böbrek sorunlarıyla ilgili bilgilerimizden değil de, aşıya karşı toleransın düşük olabileceğinden kaygı duyan doktorların aşırı titizliğinden kaynaklanır.1. Aşılanma sonrası böbrek komplikasyonlarıBöbreğin aşılanmaya karşı gösterdiği reaksiyonlar üzerinde ilk olarak, 1916'da NOBECOURTve PEYRE tarafından durulmuştur.10 O zamandan bu yana TAB, DT-TAB, çiçek ve difteri aşılarıyla bağlantı kurulan 171 nefropati vakası derledik.Bu komplikasyonlarda klinik semptom olarak genellikle geçici, bazen aralıklı veya devamlı basit proteinüri veya uygulamayı izleyen birkaç saat içerisinde ortaya çıkan akut hematürik nefrit ya da çok daha ender olarak geçici anüri ya da nefrotik sendrom görüldü.Böbrek hastalıkları, bağışıklama açısından sistematik bir kontrendikasyon sayılamaz.TAB aşısı dışında kalan bağışıklama girişimlerinin önceden mevcut böbrek hastalığının şiddet kazanmasına yol açtığını gösteren hiçbir kanıt yoktur.Böbrek hastalarında aşılanmaBağışıklama sırasında proteinüri keşfedilirse bu çok zaman büyük kaygı yaratır. Nefropatiye eğilimli bir kimsede aşı reaksiyonundan korkulması çok zaman, gerekliliği tartışılabilecek bir karara varılarak bağışıklamadan vazgeçilmesine neden olur.Böbrek hastalığı olan ve aşı uygulanan çocuklardaki spesifik bulguların analizi, henüz oldukça yetersizdir. Bu nedenle aşıların izole, aralıklı veya devamlı proteinürisi veya kronik nefropatisi olan hastalardaki etkinlik ve güvenilirliğin daha fazla araştırılması gerekmektedir.İzole proteinüri ile karşılaşıldığında önce, bunun patolojik olduğu (yani 24 saatte idrara çıkan protein miktarının 50 miligramı aştığı) kesin belirlenmelidir. Ayrıca proteinürinin izole, kalıcı ya da aralıklı olduğunu ortaya çıkaracak böbrek tetkiklerinin yapılması önerilir. Aralıklı proteinüri, temelde ortostatiktir. Bu, büyük çocuklarda ve adolesans çağındakilerde daha sık görülür ve ortostatizm testi pozitiftir.Ortostatik proteinüride birçok araştırmacı, böbrek fonksiyonu incelendikten sonra zorunlu aşılamanın eksiksiz yapılması gerektiği görüşündedir. Şüpheli bir durumda böbrek fonksiyonunun her aşı enjeksiyonundan önce ve sonra ölçülmesi gibi ek bir güvenlik önlemine daha başvurulabilir.İzole ve kalıcı olan, postüral nitelik taşımayan proteinüride görüşler farklıdır: THEROND15 bağışıklamanm parçalı dozlar şeklinde yapılmasını; LENGRANIN3 ve PRUNIER13 ise hiç yapılmamasını önermektedir.Paris'teki Höpital des Enfants Malades'dan Pierre MAROTEAUX, kalıcı, izole proteinürileri olan çocuklarda şu protokole uyulduğu takdirde, böbrek fonksiyonunun bağışıklama sonrası hiç değişmediğini bulmuştur:Difteri-tetanoz karma aşısında ikişer hafta arayla subkütan enjeksiyon olarak:1. Bir yarım doz2. Bir tam doz3. Bir tam doz4. Bir tam dozHer enjeksiyonu izleyen onuncu günde 24 saatlik proteinüri ölçülmesi dahil idrar testi ve Addis sayımı yapılmalıdır; son dozdan 30 gün sonra tekrar idrar testi yapılması gerekir.Oral poliomiyelit aşısı ve BCG, herhangi bir özel kontrol uygulanmaksızın yapılır.Fransız yasaları, tipi ve şiddet derecesi ne olursa olsun gerçek kronik nefropatide her türlü aşıyı kontrendıke kabul etmektedir.Ancak bilgilerimiz, mevcut bir böbrek hastalığının aşılanma sonrası kötüleştiğini, istatistik anlam taşıyacak şekilde gösteren herhangi bir kanıt bulunmadığı şeklindedir.1966'da HAMBURGER ve arkadaşları5 glomerüler nefropatinin, her çeşit aşı bakımından kontrendikasyon yarattığını ve aşılanmanın, hastalığın daha hızla seyretmesine neden olacağını düşünmüşlerdir. Ancak bu araştırmacılar aradan 10 yıl geçtikten sonra kontrendikasyon sınırını, yalnızca aktif dönemdeki lipoid nefroz vakalarını kapsayacak şekilde daraltmışlardır.Kronik böbrek hastalığı olan çocuklarda ve büyüklerdeki aşılanmayla ilgili yayınlar MAROTEAUX 12, JACÛUOT ve arkadaşları6 ve GIUDICELLI ve arkadaşları3 tarafından yapılmıştır.İnfluenza aşısı, kronik böbrek hastalığı vakalarındaki klinik veya biyolojik semptomların ağırlaşmasına veya nüksetmesine neden olmamaktadır.SHET ve arkadaşları14, PABICO ve arkadaşları 12, ORTBALS ve arkadaşları 11, böbrek hastalarındaki influenza enfeksiyonunun çok ağır seyrettiğine dikkati çekmişlerdir. Gerçi immünsüpressif tedavi gören bir grup hastada influenza aşısından sonra elde edilen serolojik sonuçlar, kontrol grubundaki kadar tatmin edici olmamış, ancak influenza'ya karşı yine de yeterli korunma sağlamıştır.MAROTEAUX 12, kronik böbrek hastalığı olan çocuklarda remisyon dönemlerinde şöyle bir protokol uygulanmasını önermektedir:İkişer haftalık aralarla yapılacak enjeksiyonlar:1. % 10'a seyreltilmiş aşının onda biri, intradermal olarak 2 % 10'a seyreltilmiş bir doz subkütan olarak3. Aşı dozunun dörtte biri, subkütan olarak4. Bir normal dozun tamamı, subkütan olarak5. Bir normal dozun tamamı, subkütan olarak6. Bir normal dozun tamamı, subkütan olarakDifteri ve tetanoz bağışık/amaları ayrı ayrı yapılmış ve önce tetanoz, daha sonra da difteri aşısı uygulanmıştır. Difteriye karşı önceden bağışıklanmış çocukların tekrar aşılanmaması için, rutin olarak Schick testi yapılmıştır.Her enjeksiyondan 10 gün sonra bir kontrol muayenesi yapılarak 24 saatlik idrara, çıkarılan protein miktarı ölçülmüş ve Addis sayımı yapılmıştır, idrardaki protein miktarının 10 yaşından büyük çocuklarda 0.10 gram/litre, 10 yaşından küçük çocuklarda 0.05 gram/litre bulunması; dakikadaki eritrosit akışının artması ve 5000'e ulaşması, aşılanma işlemine son verilme nedenleridir.BCG ve oral poliomiyelit aşıları bakımından normal protokoller kullanılmıştır. Poliomiyelit aşısında, her uygulamadan 20 gün sonra 24 saatlik idrara çıkan protein miktarı ölçülmüş veAddis sayımı yapılmıştır.Bu çalışmaların sonuçlarına göre proteinürisi olan hastalarda veya remisyondaki bazı kronik böbrek hastalığı vakalarında aşılanmadan sakınılması gereksizdir. Dikkatle uygulandıkları takdirde bazı aşılar, renal sisteme zarar vermez.İzole, aralıklı veya devamlı proteinürisi olan kimselerde BCG aşısıyla tetanoz, difteri, poliomiyelit, kızamık, kızamıkçık ve kabakulak aşıları, anamnezinde hiçbir böbrek sorunu olmayaniardaki kadar iyi tolere edilebilmektedir. Böbrek açısından zararlı olan aşı, yalnızca tifo-paratifo aşısıdır ve böbrek hastalığı olan kimselerde kesinlikle yapılmamalıdır.Dahası aşılar, elimizdeki az sayıda bilgiye göre, remisyondaki kronik böbrek hastalığı vakalarında da iyi tolere edilmektedir. Ancak bu vakalarda böbrek fonksiyonu, herhangi bir bağışıklama öncesinde ve sonrasında kontrol edilmelidir. Ayrıca bir dozun tamamı uygulanmadan önce azaltılmış dozlar uygulanarak, kişinin aşıya toleransı test edilmelidir.

BEBEK VE ÇOCUKLARDA AĞIŞIKLIK SİSTEMİ

Bebeklerde ve Çocuklarda Bağışıklık SistemiDaha önce de gördüğümüz gibi anneden pasif olarak alınan ve varlıklarını yaşamın ilk yılı boyunca devam ettiren antikorlar, bebe­ğin belirli virüs veya bakteri hastalıklarına karşı korunmasında baş­lıca rolü üstlenir. Buna karşılık yine bu maternal antikorlar, çocuk 1 yaşına girmeden önce yapılacak kızamık, kızamıkçık veya kabaku­lak aşılarının gerekli bağışıklığı sağlamasını engelleyebilir.Bağışıklama konusunda hergün yeni ufuklar açılmaktadır. An­cak çocukların veya büyüklerin olası bütün enfeksiyon hastalıklarına karşı aşılanması ideal olsa bile, henüz elimizde bulunan bir ola­nak değildir.Eğer çocuklar gereken şekilde korunabilecekse, bunun sırası, zamanı ve birlikte yapılacak aşılar belirlenmelidir. Burada amaç ço­cukların mümkün olduğunca erken yaştan itibaren, eldeki en etkili ve en basit olanaklarla nasıl korunabileceğinin saptanması olmalı­dır.Etkili bir bağışıklık için, temel aşıların doğru ve eksiksiz yapıl­ması şarttır. Dozlar, enjeksiyon sayıları, bunların arasındaki süre­ler, ilk ve daha sonraki rapeller gerektiği şekilde uygulanmalıdır.Enjeksiyonlar arasındaki ideal teorik sürenin 1 ay olduğu hatırlanmalıdır. Pratikte ise bir aylık süre antikorların gereken şekilde meydana gelmesi açısından uygundur, ancak enjeksiyon­ların zamanlamasında yapılacak herhangi bir değişiklik, bağışıklamanın başarısızlıkla sonuçlanacağı ve bütün aşılara yeniden başlanması gerektiği anlamına gelmez.Bağışıklama sonrasındaki antikor titrasyonları, enjeksiyonlar arasındaki sürelerin uzatılmasının, enjeksiyon sayısında veya bağışıklama programında herhangi bir değişikliğe gerek olmadığını göstermiştir.Gerçekten de birinci ve ikinci enjeksiyon arasındaki sürenin 3, ikinci ve üçüncü enjeksiyon arasındaki sürenin ise 6 aya uzatılabileceği; kontrollü çalışmalarda gösterilmiştir. Bu, rapel dozları için de geçerlidir ve daha önce de söylendiği gibi rapel, bağışıklama programının tamamlayıcısı değil, temel bir bölümüdür ve üçüncü enjeksiyondan 6-24 ay sonra yapılmalıdır. Daha son raki rapeller çocukluk döneminde her 5-7, erişkinlerde ise her 10 yılda bir tekrarlanır.Enjeksiyonun yapılması geciktiğinde bağışıklama programına yeniden başlanmasına ve inokülasyonların tekrarlanmasına gerek yoktur. Programa yalnızca, ara verildiği yerden devam edilmeli ve bağışıklık, kişinin yaşına göre gereken sayıda en­jeksiyonlar yapılarak tamamlanmalıdır

TANSİYON YÜKSELMESİNE BAĞLI BAŞ AĞRISI

Kan damarlarda belirli bir basınçla akar. Bu basınç kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte belirli sınırlar içerisindedir. Damar içindeki kan basıncının belirli bir düzeyin üzerine çıkması hipertansiyon olarak değerlendirilir.Hipertansiyon vücuttaki tüm damar sisteminde, bu arada kapalı bir kutu olan beyin içinde de basıncın yükselmesine neden olur.Kafa içindeki kan basıncının artması baş ağrısı olarak ortaya çıkar. Zaman zaman çok şiddetlenebilen, zonklama tarzında şiddetli baş ağrıları görülür. Özellikle hipertansiyon tanısı daha önce konulmuş ve bu konuda tedavi görmekte olan hastaların ani olarak başlayan çok şiddetli baş ağrıları konusun­da uyanık olmaları ve vakit kaybetmeden hekime başvurmaları gerekir. Hiçbir nedene bağlı olmaksızın ortaya çıkan şiddetli baş ağrıları uyarıcı olmalıdır. Tansiyona bağlı baş ağrılarında zaman geçirmeden tansiyonun düşürülmesi için gerekli önlemlerin alınması şarttır. Bu önlemler alınmadığı taktirde basınç kan damarlarının duvarını parçalar ve beyin kanaması meydana gelebilir. Hipertansiyona bağlı baş ağrısından korunmak için, eğer daha önceden tanısı koyulmuş hipertansiyon mevcutsa, hekimin vermiş olduğu tansiyon ilaçlarını düzenli kullanmak, doktor tavsiyesi olmadan ilaçları bırakmamak, dozunu değiştirmemek ve ilaç değişikliği yapmamak gerekir. İlaç kullanımı kadar ve hatta ondan daha önemli nokta ise doktor ya da diyetisyen tarafından önerilen tansiyonun yükselmesini önleyici diyete uyulmasıdır.

BAŞ AĞRILARI, BAŞ ARISI NEDİR


Baş Ağrıları, Başağrısı NedirBaş ağrısı tüm insanların zaman zaman karşılaştığı bir sorundur. Yaşamı boyun­ca çeşitli dönemlerde baş ağrısından yakınmayan insan yoktur. Günlük hayat­taki streslerden soğuk algınlığına, kansızlıktan yüksek tansiyona varıncaya dek pek çok etken baş ağrısına neden olabilir.Baş ağrılarını iki şekilde değerlendirmek gerekir. Birincisi çeşitli hastalıkların bulgusu olarak baş ağrısı, ikincisi ise başlı başına bir hastalık olarak baş ağrısı. Birinci gruptaki baş ağrıları akut ağrı denilen ani olarak ortaya çıkan ağrılardır. Bu baş ağrıları altta yatan bir başka hastalığın belirtisidir. Genellikle gözlerden, kulak, burun, boğaz hastalıklarından, dişlerden kaynaklanan rahatsızlıklar bu ağrılara yol açabilirler. Genellikle bu tür baş ağrılarının teşhis ve tedavisi daha kolaydır.Ancak baş ağrısı kafa içerisinde yer kaplayan tümör, beyin kanaması gibi organik bir hastalığın belirtisi de olabilir. Bu nedenle önceden bu tür şikayeti olmayan kişilerde gelişen akut baş ağrılarının tanısında çok dikkatli olun­malıdır. Bunlardan başka, ani başlayan baş ağrıları yüksek tansiyon, çeşitli hormonal hastalıklar ve sinir sisteminden ya da diğer sistemlerden kaynaklanan enfeksiyon hastalıklarının (mikrobik hastalıklar) bulgusu olarak da ortaya çıka­bilir.Diğer gruptaki baş ağrıları ise kronik baş ağrısı denilen uzun süredir var olan baş ağrılarıdır. Baş ağrısının kronik bir hal alması hem kişisel hem de toplumsal bir sorundur. Şiddetli kronik baş ağrıları; ağrıyı çeken kişinin iş hayatını, sosyal yaşantısını önemli ölçüde etkiler, yaşam kalitesini düşürür ve hayattan zevk ala­maz hale getirir. Bu nedenle kronik baş ağrıları bir hastalık belirtisi olmaktan çok hastalığın kendisi olarak ele alınmalı ve tedavi yoluna gidilmelidir. Kronik baş ağrıları içinde en sık görülenleri gerilim tipi baş ağrısı ve migrendir. Bu iki tür baş ağrısı benzerlikler gösterir ve bazen tanı koyarken ayırmak güç olabilir.Tanı için, hastanın ağrısı ile ilgili vereceği bilgiler çok değerlidir. Bu nedenle hastaya sorulacak sorularla şu hususlar ayrıntılı bir şekilde araştırılır:Ağrı ne zaman başladı?Ne kadar sıklıkla geliyor?Ne kadar sürüyor?Ağrının şiddeti ne kadar?Ağrının şekli nasıl? (zonklayıcı? sıkıştırıcı? künt? keskin?),Ağrıyı artıran ve azaltan etkenler nelerdir?Ağrıya eşlik eden diğer belirtiler nelerdir? (bulantı, kusma, görme bozuklukları vs.)Ayrıca hastanın ağrı sırasındaki davranış değişiklikleri, özgeçmişi, soygeçmişi ve ruhsal durumu da sorgulanmalıdır. Tüm bu soruların yanıtları hekimi tanıya götürecek ve buna göre uygun tedavi yapılabilecektir.Baş ağrılı hastayı değerlendirirken ayrıntılı bir sorgulama yapmak gereklidir. Bu sorgulama sırasında aşağıdaki noktalar araştırılmalıdır:1. Kafa içinde ağrıya neden olan yapılar hangileridir?2. Bu yapılardan kaynaklanan ağrılar nerelerde hissedilir?3. Hangi duysal yollar ve üst merkezlere iletilir?4. Tedavide düşünülmesi gereken önlemler nelerdir?Baş ağrısının mekanizmasıBaş ağrısı oldukça karmaşık bir olgudur. Etkenine göre birçok mekanizma baş ağrısından sorumlu tutulmakta, hem merkezi hem de bölgesel sistemler baş ağrısının ortaya çıkmasında rol oynamaktadır. Burada ağrıya duyarlı yapılar üzerine doğrudan bası, bu yapıların gerilmesi veya çekilmesi, bu yapıların kan­lanmasını sağlayan damarlarda genişleme, kas kasılması ve enflamasyon (yangı) nedenler arasında sayılabilir. Ayrıca hormonal sistem tarafından salgılanan hor­monlar ve sinir sisteminin salgıladığı, sinirlerin birbirleri arasında ve sinirlerle kaslar arasında iletişimi sağlayan nörotransmiter denilen kimyasal maddeler baş ağrısında rol oynamaktadır.

DİŞ VE İŞ ETİ HASTALIKLARI

Diş ve Diş Eti Hastalıkları, Diş Etleri HastalığıDiş çürükleri dışında birçok diş ve diş eti sorunu daha vardır. Dişlerdeki Renk DeğişiklikleriSigarada bulunan nikotin dişlerin sarı-kahverengi olmasına yol açar.Canlılığını kaybeden ölü dişler gri renk alırlar.Hatalı ve yanlış kullanılan ilaçlar dişlerin sararmasına neden olabilir.Çocuklarda ateşli hastalıklar diş beneklenmeleri oluşturabilirler.Su florürünün yüksek olması dişlerde sarı benekler yapabilir.Diş DüzensizlikleriAlt ve üst çene kapandığı zaman birbirine olan uygunluğu bozuk ise, erken dönemde tedavisi gerekmektedir.Düzensiz diş sıralanması da ağız kapanmasını, çiğneme fonksiyonunu ve diş eti sağlığını boz­maktadır. Süt dişlerinin erken kaybedilmesi, dişlerin değişme döneminde dil ile diş bölgesine yapılan basınç, geceleri diş gıcırdatma, hatalı çıkan dişin erkenden önleminin alınmaması, küçük çocukların uzun süre emzik kullanması, parmak emme, damak bozukluklarını ve dişlerin hatalı sıralanmalarını etkilemektedir.Diş Eti HastalıklarıDiş eti hastalıklarına genellikle piyore denilmektedir. En erken belirtisi gingivit denilen diş eti ilti­habıdır. Diş ve diş etini güçlendiren katı yiyeceklerin yenmemesi, ağız temizliğine dikkat edilmemesi, dişte biriken diş taşları, kürdan ve iğne kullanımı, C vitamini eksiklikleri nedenler arasında sayıl­maktadır. Bu durumlarda diş eti kolay kanar ve iltihaplar oluşturarak çene kemiğine kadar yayı­labilir.Diş Bakımı ve Diş Eti BakımıÇocuklarda ve Yetişkinlerde Dişlerin düzenli ve uygun bir biçimde fırçalanması diş sağlığını etkiler. Diş fırçalama eğitimi üç yaşında verilmeye başlanmalıdır. Dişler yılda en az iki kez muayene ettirilmelidir.Diş Fırçalamanın YararlarıDiş yüzeyi ve diş aralarındaki yemek artıkları temizlenir.Diş etlerine masaj yapılmış olur.Mikroorganizmalar dişlerden uzaklaştırılır.Ağız temizliği sağlanır.Diş Fırçalamada Dikkat Edilecek NoktalarDiş Nasıl Fırçalanır, Dişler Nasıl fırçalanmalıdır?Diş fırçalarken diş macunu kullanılması temizliği arttırır.Herkesin kendine özel bir diş fırçası olmalıdır.Ağız içinde kolay hareket edebilen küçük fırçalar tercih edilmelidir.Fırça kılları 6-8 demet halinde yerleştirilmiş olmalıdır.Fırça kılları çok sert olmamalıdır.Kılların bulunduğu kısmın uzunluğu 2,5 cm. olmalıdır.Kılları yıpranmış ve dökülmüş fırça kullanılmamalıdır.Dişlerin tüm yüzeyleri en az 3 dakika fırçalanmalıdır.Önce dişlerin karşılıklı gelen yüzleri ilk kez, üst, sonra alt dişler olmak üzereÖnden arkaya doğru fırçalanmalıdır. Dişlerin dış yüzeyleri ise, üstte yukardan aşağıya, altta aşağıdan yukarıya doğru dairesel hareketlerle fırçalanmalıdır.Fırçalanmadığı durumlarda su ile bolca ağız içi çalkalanmalıdır.Artıklar, sivri uçlu maddelerle çıkarılmamalı, gerekiyorsa diş ipliği kullanılmalıdır.

AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI

Ağız Sağlığı ve Diş SağlığıYetişkinlerde ve Çocuklarda Diş Sağlığı Ağız ve diş sağlığı, patojen mikroorganizmalardan, soğuk, sıcak, sert gibi fi­ziki etkenlerden en çok etkilenen organlardır. Fetüsün gelişimi, annenin hamilelik dönemindeki beslenmesiyle yakından ilgilidir. Ağız ve diş sağlığı, bu nedenle doğumdan önce başlar. Doğumdan sonra devam eder. Yaşam boyu izlenerek bakım ve tedavisi yapılır.Ağız ve Diş Sağlığı Nasıl Korunur ve Diş Sağlığı Hakkında BilgilerDişlerin sağlığı; beslenme, özellikle D - C ve A vitaminlerini ve kalsiyum, fosfor, flor gibi mineralleri yeterli ve dengeli şekilde alma ile sağlanır.Bakımsız ve çürük dişler en tehlikeli enfeksiyon kaynağıdır. İleri yaşlarda ortaya çıkan kalp ve damar hastalıkları, romatizmal hastalıklar, böbrek hastalıkları ve diğer bazı hastalıkların nedenleri diş çürüklerine yerleşen daha sonra vücuda kan yoluyla yayılan patojen mikroorganizma­lardır.Çürük dişler, ağız sağlığını bozar. Sindirim sistemi hastalıklarına ve ağız kokularına neden olur. İnsanın fizik görüntüsünü kötü yönde etkiler.Dişler, her yemekten sonra günde en az iki defa ve yatmadan önce yeterli bir süre fırçalanır. Diş macunu ve fırçanın seçimini bilinçsizce seçmek sağlık yerine dişlere ve diş etlerine zarar verir. Unutulmamalıdır ki her çeşit diş fırçası fırçalama tekniğine uygun yapıda değildir. Diş macununun fazla kul­lanılması, ağız florasını bozması ve ağızdaki fagositleri öldürmesi bakımından sakıncalıdır.Çok sıcak, çok soğuk, sert yiyecek ve içecekler diş minesinin çatlamasına neden olurlar. Kristal şeker ve benzeri şeylerin çiğnenmesi de dişlerde çatlamaya yol açar. Şekerli yiyeceklerden sonra dişler fırçalanmazsa solunumdaki C02 ve karbonhidrat diş çürümesine neden olan asitler açığa çıkar. Asitler dişte kaviteler meydana getirir. Ağız Ph'sı, asit ortama doğru kayar. Ağız, florası bozulur, ağızdaki fagositler yetersiz kalır.

İLACIN VUCUTTAKİ AKİBETİ

İlaçlar vücuda uygulandıkları yerden emilir ve dolaşıma katılır. Dolaşım sistemiyle etki edeceği yere ulaşır ve etkisini gösterir. Vücutta bazı ilaçlar kimyasal değişikliğe uğrar ve sonunda vücuttan atılırlar.Bütün bu olaylar değişik faktörlerin etkisi altında kalır. Buna bağlı olarak ilacın etki şekli de değişebilir.İlaçlar bu etkileşimler yanında bazı normal vücut olaylarını da değiştirebilir. İlaçlar uygulandıktan sonra vücutta dağılırlar, metabolize olurlar ve dışarı atılırlar. İlaç uygulandığında emilir, dağılır, mobilize olur ve vücuttan uzaklaştırılır.Emilim (Absorpsiyon)İlacın emilimi uygulandığı bölgede kan veya lenf dolaşımına geçmesidir. İlacın lokal etki etmesi istenildiğinde emilimi istenmez. Sistemik etki istenildiğinde emilim ne kadar çabuk olursa ilacın etkisi o kadar çabuk başlar.İlaçların emilimlerini etkileyen bazı faktörler vardır. Bunlar emilim hızını etkileyen faktörler olarak isimlendirilir. Bu faktörler;İlacın veriliş yolu, ilacın özellikleri ve emilim yüzeyinin genişliği ve daralmasıdır.İlacın veriliş yoluAğız yoluyla uygulanan ilaçlar sindirim sisteminde özellikle ince bağırsaklarda emilirler. İlacın buraya gelmesi veya emilmesi için belirli bir zamana ihtiyaç duyulur. İlacın sindirim sisteminden emilmesinde midenin dolu veya boş olması etkilidir. Enjeksiyon suretiyle uygulanan ilacın emilimi hızlıdır. Damar içine uygulamada ise enjektör iğnesinden çıktığı anda emilmiş olur.İlacın özellikleriİlacın molekül büyüklüğü ne kadar küçük ise ve yağda çözünürlüğü ne kadar fazla ise emilim de o kadar hızlı olur. İlaçların emiliminde farmasötik şekil de etkilidir. Katı farmasotik şekillerinin emilebilmesi için önce dağılması ve ilacın çözünmesi gerekir. Bu olayın hızı emilim hızını etkiler. Süspansiyon ve enjeksiyonluk solüsyonların veya süspansiyon ve enjeksiyonluk solüsyonların emilimi de ilacın tek başına çözünmüş olarak bulunduğu solüsyonlardan daha yavaş olur. Bundan başlıca bazı ilaçların konsantrasyonu da emilim hızını etkiler. İlacın uygulandığı yerdeki konsantrasyonu yüksek olursa emilim hızı da fazladır.Emilim yüzeyinin genişliği ve damarlanmasıİnhalasyon yoluyla uygulamalarda verilen ilaç akciğer alveolerinde çok geniş bir yüzeyden emilir. Bu nedenle genel anestezik madde inhale ettirilen kişi çok kısa süre içinde anesteziye girer. İlacın uygulandığı yerdeki damarlama da emilimi etkiler. İlacın uygulandığı yer de damarlanma az veya kan akım hızını azaltan şok, hipertansiyon, kalp yetmezliği gibi durumlar oluşmuşsa emilim yavaş olur.

BULAŞICI ÇOÇUK HASTALIKLARI


Bulaşıcı Çocuk Hastalıkları, Çocuklarda Kabakulak HastalığıKabakulak, virütik bir hastalıktır. Bir başka deyişle hastalığa virüsler neden olur. Hastalık, tükürük bezlerini, özellikle kulağın hemen altında ve önünde, çe­ne kemiklerinin köşelerinde yer alan parotid bezlerini etkiler. Fazla bulaşıcı değildir ve 5 yaşın altındaki ço­cuklarda pek görülmez. Bir kez geçiren çocuk bağı­şıklık kazanacağı için ikinci kez geçirilmesi olasılığı çok düşüktür. Hastalığın alınmasıyla belirtilerinin or­taya çıkması arasındaki dönem (kuluçka dönemi) yak­laşık üç haftadır.Kabakulak Hastalığı BelirtileriBaşlıca belirti, parotid bezlerinin şişmesi ve hassaslaşmasıdır. Genellikle hastalık, önce bir kulağın altında başlar ve en fazla beş gün içinde diğer kula­ğın altına atlar. Genellikle hafif ateş ve halsizlik duy­gusu vardır. Parotid bezleri tükürük salgılanmasıyla ilişkili oldukları için çocuk, ağzının kuruduğundan ya­kınabilir. Hastalık 6-10 gün içinde kendiliğinden ge­çer.Kabakulak Hastalığı TedavisiKabakulağın rahatsızlıkların giderilmesi dışında özel bir tedavisi yoktur. Acıyı gidermek amacıyla ılık bir tülbent ya da ılık su dolu bir şişeyle, şiş bezler üzerine kompres yapılması yararlı olabilir. Aspirin gibi uygun analjezik ilaçlar kullanılabilir. Çocuk, ağzını açmakta güçlük çekeceğinden besleyici, yumuşak yiyecekler ve yeterince sıvı verilmelidir. Ağız kuruysa, dili ve ağzı nemli tutmak amacıyla gargara yapılma­sına özen gösterilmelidir. Böylece temiz olması da sağlanır.Hastalığın gereksiz yere aşırı yayılmasını önle­mek amacıyla hasta çocuğun kullandığı çatal, bıçak ve kaplar ayrılmalıdır. Çocuğun şişler indikten son­ra bir hafta süreyle okuldan uzak tutulması da yarar­lı olacaktır.Ne zaman doktora başvurmalı?Acı, evde alınan önlemlerle giderilemeyecek denli şiddetliyse.Çocuk, başağrılarından ya da kulak ağrısından ya­kınıyorsa (Kulak ağrısına, genellikle parotid bezleri­nin şişmesi, neden olur. Ancak çocuğun, aynı zamanda orta kulak iltihabı geçiriyor olması, olasıdır)Karın ağrısı ya da hayalarda rahatsızlık söz ko­nusuysa, Çocuk, özellikle kaygı uyandırıcı bir durumdaysa, Teşhis konusunda bir kuşku varsa

BEYİN HASTALIKLARI VE SEBEPLERİ


Beyin Hastalıkları SebepleriBeyin, Sinir ve Damar HastalıklarıKoma, çırpınma ve kasılma nöbetleri, ih­tilaç krizleri, eğer önceden sağlıklı olan bi­rinde ortaya çıkarsa, beyinde bir rahatsızlı­ğın belirtisi sayılır.Bu belirtilere pek çok hastalıkta veya ciddi örselenmelerde rastlanabilir. Bazı ilaçlar ve uyuşturucular da aynı durumu yaratır. Yan­lışlıkla yüksek dozda ilaç almak veya bilerek içmek de tehlikeli durum yaratır.Kanamalar ve had beyin hastalıklarıBeyin Hastalıkları TedavisiKafatası içinde bir damarın çatlaması so­nucu meydana gelen kanamalar, beyni sıkış­tıran bir kan toplanmasına yol açabilir.Bir beyin damarının çatlaması veya tıkan­ması da, beyinde bir arıza yaratır. Bunu, vü­cudun bir yarısına felç inmesi veya dil tutulması gibi araz izler.Beyin enfeksiyonları da (apse, menenjit, kafaiçi yangısı) çoğunlukla bu üç belirtiden biriyle, anide başlar.Bazı tümörler de, ne kadar iyi huylu olur­larsa olsunlar, bu belirtileri yaratabilir.ilaçlar ve oksijen yetmezliğiBazı ilaçların beyin üzerinde dolaylı veya dolaysız, ayrıcalıklı etkileri vardır. Doğru dozlarda kullanıldığında, tedavi edici sonuç verirler. Ancak aşın dozlar herkeste bir be­yin arızasına sebep olabilirUyuşturucular ve alkolizm de insanı komaya sokup, kasılma ve ihtilaç nöbetlerine sü­rükleyebilir.Beynin sinir hücresi, oksijen eksikliğine karşı çok duyarlıdır. Her türlü solunum ve kan dolaşımı bozuklukları, süratle hastalık arazı geliştirir.Kanda şeker azalmasıSinir hücresi, beslenmesinde önemli rol oynayan şekerin eksikliğine karşı da çok du­yarlıdır. Bu yönden hiçbir rezervi de yoktur. Bu yüzden kan dolaşımı yoluyla sağlanan gli­koza tamamen bağımlı olacaktır. Normal ola­rak glikoz oranı, pankreasın bir hormonu olan insülin tarafından korunur. Bazı koşul­larda oranın düzenlenmesi kötüleşir (mide, karaciğer ve pankreas hastalıkları).Diyabette, insülin salgılaması yetersizdir. Tedavi, insülini enjeksiyonla hastaya verme­yi amaçlar. Gündelik ihtiyacı böyle sağlanır. İnsülin dozu çok yüksekse veya İnsülin dozajlamasına göre şeker alımı çok zayıfsa, kan­daki şeker oranı düşer. Buna tıpta hipoglise­mi denir. Bu durum, beyinde çok çabuk bir arıza yaratabilir. Bütün şeker hastaları bunu bilir ve ilk fenalaştıkları sırada ağızlarına ata­bilmek için yanlarında hap şeker bulundurur­lar (terleme, genel sıkıntı, baş dönmesi ve acıkma hissi). Ancak bunun tekrarı beyin arı­zasına doğru gelişir.Koma hali başlarsa, acele doktor çağır­makta yarar vardır. Doktor, damara glikozlu serum enjekte edecektir. Vakit kaybedilmemişse, komaya giren komadan çıkacak, ih­tilaç veya kasılma halindeki hasta da, sakinleşecektir.Had alkolizmde de ciddi kanda şeker ek­sikliği komplikasyonları görülebilir. Sadece bu nedenle sızacak kadar çok içmiş bir sar­hoşu doktora emanet etmeden bu halde bı­rakmak, hiç doğru değildir.Soğuk ve ısıBütün bilgisayarlar gibi, beyin de soğuğa (donma) ve ısıya (sıcak çarpması, güneş geç­mesi, ateş yükselmesi) karşı çok duyarlıdır.Çocuklar —özellikle de iki yaşından kü­çük olanlar— yüksek ateşe karşı çok duyarlı olurlar. Bir çocuğun ateşinin 40°C'nin üstü­ne çıkmasına asla müsaade etmemek gerekir (yan sayfaya bakın). Sayıklamalar, kendin­den geçme ve çırpınma nöbetleri ortaya çıkar ve bunu ciddi beyin arızaları izleyebilir.

ANNELİK VE BEBEK BAKIMI


Annelik ve Bebek Bakımı, Bebeğin Aylık BakımıEvde Bebeklerin BakımıBebeklerde Göbek Bakımı, Bebeğin GöbeğiGöbeğin bakımına çok dikkat etmeli, kuru kalması sağlanma­lıdır. Doğumdan sonra göbeğe bağlanan steril gazlı beze elden geldiğince dokunmamak gerekir. Zorda kalınırsa, örneğin bu bez kaka ya da idrarla kirlenirse, eski gazlı bez atılır ve yerine göbek tozlarından biri ekilir, yine steril gazlı bezle sarılır. Eğer doktoru­nuz uygun buluyorsa üzerine göbek bezi düzenli olarak sarılır. Göbek çevresinde bir kırmızılaşma görürseniz durumu süratle doktorunuza haber vermelisiniz. Göbek mikrop kapmış olabilir. Hemen tedavi edilirse önemli bir sorun çıkmaz. Önemsenmezse hem tedavisi güçleşir, hem de tehlikeli bir hastalık şeklini alabilir. Bu nedenlerle göbek, mikrop kapmaması için, kendiliğinden dü­şene kadar banyo yapılmamalıdır. Genellikle doğumdan 5-8 gün sonra göbek düşer. 8. gün hâlâ düşmemişse kaygılanmayın, ba­zen böyle geç düştüğü de olur. Ama bir an önce göbek düşsün diye çekiştirmek yoluna da başvurmayınız. Göbek düştükten son­ra da o bölgeye özen göstermeniz, temiz tutmanız gerekir. Göbek yeri normal cilt görünümü alıncaya kadar. Bu da genellikle 3-5 gün içinde tamamlanır.

ALERJİ NEDİR BRONŞİT ASTIM HASTALIKLARI



Alerji Nedir Bronşit Astım Hastalıkları


Alerji Nedir, Alerji Tedavisi, Alerji Testleri, Alerji Bronşit AstımAlerji, herkes için başka bir anlam taşır. Günlük dilde, insanlar kendilerine iyi gelmeyen her şeye karşı alerjik olduklarını sanırlar. Tembel birinin "işe alerjisi" olduğu söylenebilir; öte yandan işi başından aşmış bir koca, kayınvalidesine alerjik olduğundan yakınır. Ancak tıbbi dilde alerjinin çok belirli bir an­lamı vardır: Alerji, genelde insanlara zararlı olmayan bir maddeye vücudun gösterdiği rahatsız edici tepkidir.En bilinen alerjiler astım, egzema ve saman nez­lesi olmakla birlikte, ilerde göreceğimiz gibi artık bir çok şikâyet alerjiye bağlanmaktadır. Yiyecekler, po­len, sporlar, böcek sokmaları, hayvan tüyü ve kimya­sal maddeler, duyarlı kişilerde alerjiye yol açabilecek maddelerden bazılarıdır.Alerjilerin gerçek nedeni, bugün bile tam olarak bilinmemektedir. Örneğin baharda bir sınıf dolusu ço­cuktan neden yalnızca iki veya üç tanesinin alerjiden şikâyetçi olduğunu bilmiyoruz. Aynı biçimde 100 ki­şiden neden ancak birinin aspirin alır almaz ürtiker döktüğünü veya astım krizine yakalandığını açıklayamamaktayız. Gene de nedenleri ne olursa olsun aler­jik reaksiyonları kontrol altında tutmak için çeşitli tıb­bi tedaviler vardır. Öte yandan bireylerin de alerjile­re karşı alacakları önlemler bulunmaktadır.Alerji Belirtileri, Çocuklarda Alerji, Alerji HastalığıAlerjiler, vücudun herhangi bir yerini etkileyebi­lirler, neyse ki çoğu alerji hastaları bir anda yalnızca bir veya iki alerjik reaksiyondan etkilenirler.Burun'daki alerji belirtilen, tıkanıklık, kaşınma, hapşırma veya akmadır. Bu belirtilerin nezleden farklı yönü, daha uzun sürmeleri ve burun salgılarının da­ha sulu olmasıdır.Göğüs'te alerji belirtileri kuru öksürük ve hırıltı­dır. Hırıltı, astımlı hastaların nefes vermeye çabalar­ken çıkardıkları sestir. Bu hastaların soluk almadaki güçlüğü, bronşlarının iltihaplı olması ve soluk alma­ya yarayan bu hava borularına kramp girmesidir (ba­cağa giren bir kramp gibi). Astımım nedenlerinden ancak biri, akciğerlerdeki bu alerjik reaksiyondur; di­ğer nedenlerin başında enfeksiyon, üzüntü veya bun­ların karışımı gelir.Alerji Çeşitleri Deri'deki alerjiler çeşitlidir. En başta "egzema" veya "atopik dermatit" sayılabilir. Bu hastalık, genel­likle küçük çocuklarda deride kaşıntıya veya kabuk­laşmaya neden olur: Bu durum özellikle yüzde, bo­yunda ve kol ve bacakların eklem yerlerinde görülür. Başka bir deri alerjisi de "ürtiker"dir. Ürtiker, deride oluşan, böcek sokması veya diken batmasına benzeyen ortası beyaz, çevresi kırmızı kaşıntılardır."Kontakt dermatit" ise derinin, alerjiye yol açan maddeyle temas eden yüzeylerinde görülen ve su toplayan kaşıntılı iltihaplanmalardır.Mide ve bağırsaklardaki alerjik reaksiyonların be­lirtileri diyare, bulantı, mide ağrıları ve yellenmedir. Alerjik HastalıklarGöz'de alerji belirtileri ise, kaşınma, göz akında kızarma ve göz yaşarmasıdır. Genellikle her iki göz de etkilenir.Kulak'taki alerjiler geçici veya bölümsel sağırlı­ğa yol açabilir. Bu sağırlığa, kulakta biriken sıvılar ne­den olur. Bazı hallerde kulakta akıntı görülür.Son yıllarda alerji uzmanlarından bazıları, alerji­lerin beyin ve sinir sistemini de etkilediğine inanmak­tadırlar. Bunun sonucunda baş ağrıları, depresyon, asabiyet, anksiete ve nöbetler gibi belirtileri de aler­jiye bağlamaktadırlar. İdrar kesesi ve yatak ıslatma sorunları bile alerjiye bağlanmaktadır. Bu konudaki tartışmalar sürmektedir: Bazı alerji uzmanlarına gö­re bu hastalıklara pek seyrek olarak alerji nedean ol­maaktadır. Oysa başka uzmanlar, alerjiyi bu sorunla­rın en önde gelen nedeni olarak görmektedir. Ama göreceğiniz gibi, bu şikâyetlerin alerjilerden kaynak­lanıp kaynaklanmadığını saptamak için kolay yöntem­ler vardır.Alerjilerin en önemlisi, insan yaşamını tehlikeye sokabilecek olan anafilaksis durumudur. Çok seyrek rastlanan bu alerjinin belirtileri, akut şok'a benzemek­tedir. Solunum yolları tıkanır ve tansiyon aniden düşer. Genellikle de hastayı hayata döndürmek için bir adrenalin iğnesi yapmak gerekir. Çocuklarda Alerjik Bronşit

AKCİĞER HASTALIĞI NEDİR


Akciğer tıkanması - Akciğer HastalıklarıAkciğer tıkanması, akciğerdeki atarda­marlarda bir pıhtıcık nedeniyle dolaşımın dur­ması demektir Genellikle bu pıh­tıcık, toplardamarın bacak kısmındaki ilti­haplanmanın (flibit) akciğere yürümesinden kaynaklanır.Bu tıkanma, çok ciddi sonuç verebilir ve kalp durmasına yol açabilir Da­ha hafif hallerde, hasta göğüs kafesinde şid­detli bir ağrı hisseder. Bağrına hançer saplanıyormuş gibi olur. Ayrıca solunum zorluğu meydana gelir. Teşhis, tahliller ve röntgen filmleriyle doğrulanmalıdır. Ancak önemli bir kavram unutulmamalıdır: Önceden bir flibitin varlığı. Tıkanmanın kökeni olan flibit, çe­şitli koşullarda ortaya çıkar: Uzun süre ya­tar vaziyette kalmak (cerrahi bir müdahale­den sonra, özellikle yaşlılarda), toplardamar­larda kan dolaşımının aksaması, ciddi kalp hastalıkları. Akciğer tıkanmasının teşhisinden çok, bundan da önemlisi, böyle bir hastalı­ğın önlenmesinin çeşitli yönleridir.Akciğer Tıkanıklığı Tedavisi ve Yapılması gerekenAkciğer Hastalığı, Uzun bir süre yatağa bağlanan kişide, bacakta baldır kısmı ısınırsa, birden ağ­rırsa, flibitten şüphelenmek gerekir. Olay doğrulanırsa, akciğer tıkanmasını önle­mek için derhal pıhtılaşmayı önleyici te­daviye girişilmelidir. Hasta evinde yatı­yorsa, baldırında ağrı ortaya çıktığında, doktoruna hemen haber verilmelidir. Aynı şekilde, ayak bileğinin şişmesi, göğüs kafesinde ağrılar ve solunum güçlüğü de, doktora duyurulmalıdır.Flibitin ortaya çıkmasını önlemek için pek çok hasta ve yatalak, kan pıhtılaşmasını önleyen ilaçlarla tedavi edilir. Bacakların hareket etmesi sağlanır

AIDS NEDİR


Aids Nedir, Aids Hakkında Bilgi, Aids HastalığıAİDS, 1981 yılından beri farkına varılmış bir hastalıktır.Virüslerle bulaşan bu hastalıkta ölüm oranı yüksek olup (yaklaşık yüzde 50), bugüne kadardünyada 15 bin kadar vak'a bildirilmiştir. Bun­ların büyük çoğunluğu hâlen Amerika Birleşik Devletleri'ndedir.AİDS, (Acquired Immune Deficiency Syndrome) kazanılmış immün yetersizlik sendromu şeklinde dilimize çevrilebilir. Hastalık kazanılmış­tır, yani doğuştan olan veya irsî değildir. İmmün kelimesi vücudun do­ğal savunma gücünü ifade eder. Sendrom ise, bir hastalığı belirleyen ve birlikte bulunan bir grup özel şikâyet ve belirtilerin tümünü ifade eder. AlDS'li hastalar, normal bir organizmanın kolayca yenebileceği hastalıklara açıktırlar.AlDS'li hastalar, immün yetersizlikleri nedeniyle, fırsatçı enfeksi­yonlara kolayca tutulurlar. Bunlar genellikle soğuk algınlığı, nezle ve­ya diğer viral bir enfeksiyon gibi görünürler. İlk belirtiler arasında hal­sizlik, kolay yorulma, iştahsızlık, ateş, gece terlemesi, lenf bezlerinde şişme (boyunda, koltukaltlarında ve kasıklarda), zayıflama, diyare, ök­sürük ve çeşitli deri lezyonları görülebilir.. Bu belirtiler aylarca bu şe­kilde sürebileceği gibi, tabloya eklenen enfeksiyonlar durumu ağırlaş­tırabilir. Hastaların hemen yarısı "pneumocystis carinii" denilen bir çeşit parazitle oluşan bir pnömoniye tutulurlar. Hastaların üçte biri ka­darı "Kaposi sarkomu" denilen nadir bir deri kanserine tutuldukları gibi, fırsatçı dediğimiz ve normal kişilerde hastalık yapmayan mantar­lar, bakteriler, virüsler ve parazitlerle enfekte olurlar. Kuşkusuz bu has­talarda fırsatçı olmayan gerçek patojen yani hastalık yapıcı bakteriler ve virüsler de aynı zamanda hastalıklara sebep olabilirler. Cetvel I AlDS'li bir hastanın özelliklerini özetlemektedir.Amerika Birleşik Devletleri'nde Haitili göçmenler ayrı bir risk gru­bu oluşturmaktadırlar.Aids hastalığının bir virüs tarafından oluşturulduğu 1983 yılında Paris'te Institut Pasteur'de Dr.Montagnier tarafından bildirilmiştir. Fransızlar, bu virüse LAV (lenfadenopati virüsü) adını vermişlerdir. Bir­kaç ay sonra Amerikalı Dr. Gallo ve arkadaşları da aynı virüsü bulmuş­lar ve buna HTLV-III (human T-cell leukemia virüs III) adını vermişler­dir. Bu virüs rektal, vajinal yollarla veya kan yoluyla (bulaşmış kan ve­rilmesi veya bulaşık şırıngalar kullanılmasıyla) vücuda girmekte; kan­daki T lenfositlerinin bir kısmının (T4 lenfositleri veya yardımcı lenfo­sitlerin) içine girerek orada çoğalmakta ve o sırada lenfositi yok et­mektedir. Çoğalan virüsler yeni hücrelere girerek devamlı çoğalmak­ta ve T4 lenfositleri de giderek azalmaktadır. Vücutlarına virüs giren kişilerin kanında virüse karşı antikorlar bulunur. Bunlara "seropozitif kişiler" denir. Bu kişilerin büyük çoğunluğu bir hastalık belirtisi göstermez; ya da nezle, yorgunluk, kırıklık gibi kısa süreli belirtilerle has­talığı geçiştirirler. Virüslü kişilerin yüzde 10 kadarı orta şiddette bir hastalık gösterirler. Bu tabloya "Lenfadenopati" şekli denildiği gibi, ARC (AİDS Related Complex) şekli de denmektedir. Burada hastalar aylar ya da yıllarca süren ateş, gece teri, zayıflama, halsizlik, diyare, lenf bezlerinde büyüme gibi belirti ve şikâyetlerle hasta olurlar. Niha­yet virüslü kişilerin yüzde 1 kadarı tam ve ağır AİDS hastalığına tutul­maktadırlar.